Şu sıralar aklımızda gezinen 4 distopik bilim kurgu filmi

Çok garip şeyler oluyor bu ülkede. Polisin içerisinde on yıldır bir örgüt üstünmüş, iktidar bize bunu ancak o örgütle ters düşünce söylüyor. O örgüt ülkede böylesine bir güç sahibiyken bir adresi, sabit bir binası, vergi veren bir merkez kurumu var mı? Yok. O örgüt şu an ne alemde, bilinmiyor... Bizim de ne hikmetse aklımıza bazı distopik filmler geliyor.




Ne demiştik? O örgüt şu an ne alemde bilinmiyor. Bu örgüte canhıraş bir biçimde saldıran iktidar güçler ayrılığından rahatsız olduğunu söylüyor, “ah bir yargı işimize karışmasa” diyor. Ülkeye bir saray yapılıyor, ülkenin yargısı “usulsüzdür” kararı verip, saray oralı olmadan tamamlanınca insanın sorası geliyor “zaten ne yargısı?” diye, soramıyor. Savcı polise tutuklama emri veriyor, polis reddediyor zaten.. Polis dinleme yapıyor, yargının haberi yok zaten. Polisin işkence yaptığına dair belki asılsız, belki asıllı iddialar var; bunlar tartışılmıyor dahi; tartışılmasını öneren partiler reddediliyor. Meclisin kendisi cümbüş yeri zaten, çekiçler falan fırlatılıyor, küfürler ediliyor, insanlar yaralanıyor. Yaralayan milletvekillerine bir şey oluyor mu? Biri çıkıp “emmi burası konuşma, tartışma yeri, n’aptın çekiç falan?” diye sormuyor. Bunların ışığında, ne hikmetse aklımıza şu dört film geliyor son zamanlarda. İşte düşünün, ne hikmetse…


1984



Bu listede olmazsa olmaz distopya filmlerinden birisidir 1984. George Orwell’in efsanevi kitabından uyarlanan ve “Big Brother” ekseninde toplumun her hareketinin izlendiği, kontrol edildiği bir toplumu anlatan 1984, distopya denilince akla gelen işlerden biri. İç Güvenlik Paketi ile birlikte, bizim de toplumumuz çok kısa bir süre sonra bir Orwell distopyasına dönüşecek gibi gözüküyor. Özellikle 1984’te gösterilen medya manipülasyonunun bizde son 10 yıldır olduğunu düşünürsek, INGSOC yakında bize çok daha tanıdık bir şekle gelebilir. Ama yok ya, o kadar da kontrol istemezler herhalde, sanmıyoruz…

Minority Report



Philip K.Dick’in ünlü kısa romanından uyarlanan Minority Report, içinde Tom Cruise olmasından mütevellit gezegenin en popüler distopya filmlerinden biri olabilir. Hatırlarsanız burada suçları olmadan önce tespit edip suçluları yakalayan bir polis teşkilatı vardı. Filmin sorduğu soru, bunun ötesindeydi aslında. Oradaki polislerin sırtını dayadığı kâhinlerin de suistimal edilip kullanılabileceğini görüyorduk filmde, yani hikâye bize özetle, hiçbir şeyin, hatta fütüristik bir podda geleceği gören kâhinlerin bile insan elinde suistimal edilmeye kapalı olmadığını söylüyordu. Aman boş verin, oradaki kâhinler suistimal edilebilir, ama bizdeki “makul şüphe” su geçirmez kalacaktır, eminiz.

Equilibrium



Christian Bale’in oynadığı ve “Gun Kata” teriminin hayatımıza girmesine sebep olan Equilibrium, duyguların ve sanatsal ifade biçimlerinin yasaklandığı bir distopyada geçiyor. Heykellerin örtüldüğü, yıkıldığı. muktedr görüşün dışındaki tüm ifade biçimlerinin her türlüsüne karışılan coğrafyada biz zaten son 20 yıldır Equilibrium’u yaşamakta olduğumuzdan, insan bu filmi izlerken kendini memleketinde hissediyor gerçekten. Ama yok, herhalde duygular ve ifadeler bu kadar kısıtlanmaz yetkileri arttırılmış kolluk kuvvetleri tarafından ya, bunu da geçelim.

The Wave



Dennis Gansel’in muhteşem yapımı Die Welle, çok bilinmese bile otokrasiyi insanlara en iyi şekilde anlatan filmlerden biridir. Konusu da oldukça ilginç. Bir lise hocası olan Reiner Wenger’in öğrencilerine otokrasinin nasıl bir şey olduğunu anlatması gerekmektedir. Bunu en iyi şekilde verebilmek için sınıfında ufak bir deney yapmaya karar verir. Yavaş yavaş, adım adım, öncesnde “modern Almanya’da faşizm uygulanamaz” diyen sınıfına faşizm uygulamaları geçirmeye başlar. İzlerken film size çok tanıdık gelebilir zira sıradan öğrencilerin bile yaptıklarının hesabının sorulmadığı bir düzlemde nasıl git gide korkunçlaşmaya başladıkları anlatılıyor filmde. Özellikle bazı sahneler var “ben bu kafa yapısını bir yerden biliyorum yahu” diyeceksiniz. Umalım da, bundan sonra çok demek zorunda kalmayalım…




Geekyapar