Z kuşağı olarak adlandırılan gençlerin bir kısmı önümüzdeki seçimlerde oy kullanacak ve sonraki yıllarda da ülkenin geleceğini belirleyecekler. Bu nedenle siyasi partiler seçim stratejilerini bu kuşak etrafında biçimlendirmeye çalışıyorlar. Kendileri hakkında çok şey söyleniyor: bireyseller, kolay sıkılıyorlar, internet üzerinde sosyalleşiyorlar… Ancak Prof. Dr. Demet Lüküslü’nün belirttiği gibi kuşak tanımlamaları, diğer toplumsal kategoriler gibi homojen kategorilerden oluşmuyor ve çoğunlukla pazarlama ve insan kaynakları tarafından kullanılıyor (https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-53250029).

Zaman değişiyor, insanlar da… Gençlerin anne ve babaları gibi yaşamak istememeleri ve dünyaya farklı bakmaları olağan bir durum. Ancak X (1965-1980 arasında doğanlar) ve Y (1981-1996 arasında doğanlar) kuşaklarının geçmişi açıklamada yetersiz kalması gibi Z kuşağı (1997-2012 arasında doğanlar) da geleceğe dair çok fazla bir şey söylemiyor. Dikkatimizi dağıtan 15 yıllık kesitlerden ziyade kapitalizmin son 40 yıldaki değişimlerine bakmakta fayda var. Telek’in (2020) belirttiği gibi kapitalizm 40 yıl önceki gibi üretmiyor ve kaynakları 40 yıl önceki gibi paylaştırmıyor. İşyerleri farklı ilişkiler çerçevesinde örgütleniyor. Bu bağlamda, Telek’in (2020) “1980’li yıllar ile birlikte değişen ekonomik, siyasi, kültürel ve toplumsal ilişkiler içinde doğan, büyüyen ve bugün hayatta kalma mücadelesi veren insanların oluşturduğu yeni bir toplumsal aktör” olarak tanımladığı prekaryanın var olan dünyayı anlamak ve değiştirmek için daha uygun bir çerçeve sunduğunu düşünüyorum.

İngiliz iktisatçı Guy Standing prekaryayı, yeni ortaya çıkan bir sınıf olarak analiz ediyor. Prekarya iki kelimenin birleşiminden oluşuyor: istikrarsız ve belirsiz anlamına gelen precarious sıfatı ile proleterya. Prekaryanın proleteryadan ayrı bir sınıf olarak ele alınıp alınamayacağı ayrı bir tartışma konusu. Fakat prekarya tanımındaki güvencesizlik vurgusu, son yıllardaki gelişmeleri anlamlandırabilmek için önemli bir anahtar olabilir. Dün Y, bugün Z kuşağı olarak adlandırılan kesimin kendinden öncekilerden en büyük farkı bir güvencesizlik girdabı içinde olması.

Güvencesizlik, farklı biçimlerde karşımıza çıkabilir. Örneğin, son zamanlarda Kod 29 tartışmalarında görüldüğü gibi çalışanlar keyfi olarak işten çıkartılabilir. Çalışanlara sürekli işten çıkarılma korkusu yaşatılır: “Dışarıda aynı işi yapmak için sırada bekleyen bir sürü insan var” tehdidi yaygındır. Çalışanlar, sürekli hedef ve performans baskısı altında çalıştırılır. İşyerinde statü ve gelir açısından yükselme olanakları son derece sınırlıdır. Çalışma saatleri düzensiz ve zorlayıcıdır. İş yaşam dengesi sürekli bozulur. Maliyetli olduğundan insan sağlığı ve yaşamı için gerekli önlemler alınmaz. Sendika yoktur veya sarı sendikalardan başka sendikalara üye olmak işten çıkarılma nedenidir. Kişiler birlikte hakkını arayamaz ve mücadele edemez; yalnızlaştırılmışlardır (age).

İşte platform ekonomileri de güvencesizliğin son yıllardaki en önemli tezahürlerinden biri. Cant’ın (2019) vurguladığı gibi esnek ekonomiler; yeni yönetim, kontrol, işçi sömürü ve kâr elde etme tekniklerinin test edildiği ve iyileştirildiği kapitalist bir laboratuvar olarak çalışıyor. Fakat bu laboratuvardan bazen bizim için de önemli dersler çıkıyor. Esnek ekonomiler, koşulları nedeniyle çalışanların aleyhine. Fakat çalışanlar eski çalışma koşullarını, örneğin Telek’in (2020) proleter zamanı olarak adlandırdığı sabah 8.30, akşam 17.00 mesaisini istiyorlar mı? İnsanlar proleter zamandan ne kadar hoşnuttular? Efkan Şeşen’in “Dokuz altı yollarında, Bir zincir boğazımda…” şarkısını hatırlayalım…
Ayrıca esnek ekonomilerdeki deneyimler, yeniye eskinin gözlükleriyle bakmamamız gerektiğini anlatıyor. Böyle yaptığımızda, yeni olanakları ve alttan alta gelişen hareketi kaçırabiliyoruz.

Platform çalışanları örgütlenebilir mi?

Geçmişteki örgütlenme modellerinin esnek ekonomilere uygulanması zordur. Emek piyasasında çalışan değişim oranı çok yüksektir. İnsanlar bir işten diğerine geçerler. Aynı iş yerinde, aynı anda çalışmadıklarından iletişim olanakları kısıtlıdır. Ayrıca çalışanların pazarlık gücü çok düşüktür. Çünkü kömür madencilerinin veya demiryolu işçilerinin aksine, dijital platformlardaki grevler (henüz!) hayatı durduramaz. Geçmişin olanaklarını bugünde aradığımızda insan ister istemez umutsuzluğa kapılır. Örgütlenelim, sendikalaşalım çağrıları havada kalır.

Oysa çalışmanın olduğu, emek ile sermayenin çıkarlarının çatıştığı yerde direniş kaçınılmazdır. Braverman, Emek ve Tekelci Sermaye kitabında şöyle yazar:
İşçinin yeni üretim tarzlarına alıştırıldığı görüntüsü, diğer yaşama biçimlerinin tümünün imhasından, işçi sınıfı için alışıldık geçim bağlarının belirli oranlarda genişletilmesine izin veren ücret pazarlıklarının kırılmasından, nihayet diğer yaşam tarzlarının tümünü olanaksız kılan modern kapitalist hayat ağının dokunmasından doğar. Ancak bu alışma görüntüsünün altında, işçilerin kendilerine dayatılan değersizleşmiş çalışma biçimlerine karşı düşmanlıkları, istihdam koşulları izin verdiği ya da daha fazla emek yoğunluğu elde etmeye yönelik kapitalist hamleler fiziksel ve zihinsel kapasitenin ötesini zorladığı anlarda kendilerine yüzeye ulaşan yollar bulan bir yeraltı nehri gibi sürüp gider. Bu düşmanlık yeni kuşaklarda yenilenir, çok sayıda işçinin işi hakkında hissettiği sınırsız olumsuzculuk ve nefrette kendi ifadesini bulur ve çözüm bekleyen toplumsal bir sorun olarak defalarca su yüzüne çıkar.

Dijital platformlarda da son yıllarda sorunların su yüzüne çıkmaya başladığı görülüyor. Çözümü geçmişte aramaktansa esnek ekonomideki yeni dinamiklere yoğunlaşmak daha yararlı olabilir.

Birincisi, insanların birlikte ve belirli bir mekanda çalışmaması çalışanlar arasındaki ilişkileri olumsuz etkileyebilir. Uber sürücüsü, Deliveroo kuryesi veya bir temizlik platformunun çalışanı platform sahipleri karşısında yalnızdır. Çevrimiçi platformlarda serbest (freelance) çalışan veya mikro görevleri yerine getiren kişiler dünyanın farklı köşelerine dağılmışlardır. Dolayısıyla sorunlar ne kadar büyük olursa olsun birbirinde kopuk bu çalışanların ortak bir sorun etrafında bir araya gelmesi zordur. Fakat yazının devamında göreceğimiz gibi platform çalışanları WhatsApp gruplarında ve forumlarda bir araya geliyorlar. Bu mecralarda sorunlarını tartışıyor ve işle ilgili konularda birbirlerine yardımcı oluyorlar. Platform sahiplerinin yasal düzenlemelerden kaçınmak için işveren olduklarını reddetmeleri Woodcock’un (2021) işaret ettiği gibi emek sürecindeki çelişkileri daha da keskinleştiriyor. Platformlar; çalışmaya başlamadan önce çok az bir eğitim veriyor, çalışanlara gerekli araçları sağlamıyor, çalışanların platformdaki hesabını sorgusuz sualsiz kapatıyor ve herhangi bir sorunda çalışanlarla görüşmekten kaçınıyorlar. Benzer çalışma koşullarına maruz kalan ve benzer sorunlarla boğuşan insanlar ister istemez gerçek veya sanal dünyada bir araya geliyor.

İkincisi, platformlar ve çalışanlar arasındaki iletişim kanalları çok sınırlı. Platformlarda, çalışanla üst yönetim arasındaki bağlantıyı sağlayan orta kademe yöneticilerin görevini algoritmaların üstlenmesi çalışanların işle ilgili şikayetlerinin birikmesine ve büyümesine neden oluyor. Çalışanlar zorunlu olarak emek süreçlerindeki sorunlarını çözebilmek ve seslerini yukarıya duyurabilmek için bir araya geliyorlar. Çalışanlar, esnekliğin temel hakların inkarı anlamına gelemeyeceğini savunuyorlar. Örneğin Deliveroo çalışanları, hırsızlıklar, kazalar ve polisin kendilerini bir problem olarak görmesine karşı platform yönetiminin sessiz kalmasını protesto ediyorlar. Woodcock’un (2021) vurguladığı gibi platform sahipleri işveren gibi görünmeyerek bazı yasal zorunluluklardan kaçınsalar da çalışanların platformlara karşı öfkesi giderek artıyor.

Üçüncüsü, uzunca bir süredir platform çalışanları sorunlarını çözebilmek ve dayanışmak için birbirleriyle iletişime geçiyor, sorunlarını tartışıyor ve resmi (bir sendika çatısı altında) veya gayriresmi (WhatsApp, Facebook gruplarında) örgütleniyor. Son zamanlarda platformlara karşı, çalışanların ortak talepler etrafında bir araya geldiği ulusaşırı örgütlenmelerin temelinin atıldığını görüyoruz. ABD, İngiltere, Güney Afrika, Hindistan vb yerlerdeki platform çalışanları sorunlarının ortaklaştığının farkındalar ve küresel düzeyde stratejiler geliştirmeye çalışıyorlar.

Yeni Enternasyonal

Dijital platform çalışanları yalnız olmadıklarının bilincine varıyorlar. Sermaye; yalnızlaştırılmış, sendikasız ve mücadele gücü düşük işçiler umarken istemeden yeni bir enternasyonalin temellerini atıyor. Dijital iletişim sayesinde deneyimler paylaşılıyor; Hong Kong’daki bir işçi Avrupa’daki sorun ve mücadelelerden haberdar olabiliyor. Zoom gibi araçlar kullanılarak çevrimiçi toplantılar düzenlenebiliyor.

2016’da başlayan yerel grevler, 2020’de (Latin Amerika’daki eş güdümlü grevlerde olduğu gibi) uluslararasılaşmaya başladı. Covid-19 sonrasında çalışma koşullarını protesto etmek amacıyla; Uber Eats, Glovo, Rappi ve iFood’a karşı Kosta Rika, Guatemala, Brezilya, Meksika, Ekvador, Şili, Peru ve Arjantin’de grevler düzenlendi. Farklı ülkelerde benzer talepler vardı: asgari ücret oranlarını da içeren daha yüksek ücretler, çalışanlar için koruyucu ekipmanlar, iyileştirilmiş çalışma koşulları, çalışan hesaplarının platformda kapatılmasına karşı platformun hesap verme zorunluluğu, saldırıya uğrayan veya öldürülen işçiler için adalet. Özellikle Covid-19’dan çok etkilenen Brezilya’da binlerce işçinin katıldığı grevler düzenlendi ve eylem görüntüleri sosyal medyada paylaşıldı. İngiltere ile Brezilya arasındaki göç, sürücülerin grev üzerinden bağlantı kurmalarını ve dayanışma mesajları paylaşmalarını sağladı. Göç örüntüleri ve diğer iş kollarındaki mücadele deneyimleri ile zenginleşen bir süreç gelişmeye başladı.

İşçiler ister Londra’da ister Bengaluru’da (Hindistan) çalışsınlar ortak sorun ve taleplere sahipti. Ancak her ülkenin kendine özgü koşulları ve mücadele birikimi olduğunu da dikkate almak gerekiyor. Güney Afrika; ırk ayrımcılığına karşı mücadelede gelişmiş, militan ve politikleşmiş sendikal kültüre sahipti. Buna rağmen mevcut sendikal hareket, platform çalışanlarıyla sınırlı bir ilişki kurabildi. Hindistan’da oldukça politikleşmiş bir sendikal hareket vardı ve birçok sendika, siyasi partilerle ilişkiliydi. Hindistan sendikal hareketi, Güney Afrika’dan farklı olarak BT (Bilişim Teknolojileri) sektöründe ve platform ekonomilerinde örgütlenme konusunda daha istekliydi. Hedeflerinde özellikle özel ulaşım ve yemek taşımacılığı vardı. ABD’de ise farklı örnekler söz konusu. Örneğin, New York’da New York Taksi Çalışanları Birliği (New York Taxi Workers Alliance (NYTWA), Uber sürücülerini örgütlüyor. 2016’da kurulan ve binlerce üyeye sahip Bağımsız Sürücüler Loncası (içerisinde Uluslararası Makineciler ve Havacılık İşçileri Derneği de var), Uber, Lyft ve Via çalışanlarının örgütlenmesi için çalışıyor. Ancak Uber’in Lonca’ya, çalışanların istihdam statüsünü fazla kurcalamaması (yani Uber’in işveren, Uber sürücüsünün de Uber çalışanı olduğunda ısrar etmemesi) karşılığında miktarı açıklanmayan miktarda bir ödeme yaptığı hakkında iddialar da var. Ayrıca sürücüleri bir araya getiren ve sendikalar tarafından desteklenen Rideshare Drivers United ve Gig Workers Rising gibi örgütlenmeler de var. Fakat bu örgütlenmeler sadece belirli bir sektörü (taksicilik) hedefliyor. Dolayısıyla diğer esnek ekonomi çalışanlarını kapsamıyor. İngiltere’de ise sektörler arası örgütlenmenin uzun bir tarihi var. Uber çalışanları 2014 yılında 630.000’den fazla üyesi olan GMB’de, daha sonra da IWGB’de (Independent Workers Union of Great Britain – Büyük Britanya Bağımsız İşçiler Sendikası) örgütlenmeye başladılar. 2016’daki grevlerden sonra da Deliveroo çalışanları IWGB’ye gelmeye başladılar.

Sendikal hareketteki farklılıkların yanında hükümet ve yasalar da platform çalışanlarının örgütlenmesinde etkili olabiliyor. Platformlar, çalışma yaşamını düzenleyen kurallardan kaçınmaya ve kuralsız bir model geliştirmeye çalışıyorlar. Güney Afrika ve Hindistan’da çalışma yaşamını düzenleyen güçlü yasalar olmasına karşın yasaların uygulanmasında güçlükler var. ABD’de ise eyaletten eyalete değişen bir durum söz konusu. Son zamanlarda New York ve California’da bazı düzenleme girişimleri olmasına karşın diğer eyaletlerin bu doğrultuda fazla bir çabası yok. Bu durum, şirketlerin lobi faaliyetleri ile daha da geriye gidebiliyor. İngiltere’de ise sürücülerin Uber gibi platformlar adına çalışabilmeleri için Londra için Ulaşım gibi kurumlardan lisans almaları gerekiyor. Ama bu lisanslama, çalışma koşullarını düzenlemek için kullanılmıyor.

Özetle sendikal hareketin gelişmişlik düzeyi, ülkedeki çalışma hayatının düzenleyen yasalar ve bu yasaların uygulanabilirliği yerel örgütlenme faaliyetlerinde etkili oluyor. Ama örgütlenme süreci, ne platform çalışanlarının “orada bir sendika var. hadi gidip orada örgütlenelim.” ne de mevcut sendikaların “orada örgütsüz işçiler var, onları sendikamıza üye yapalım.” demesiyle gelişiyor. Ayrıca başta güvencesizlik olmak üzere bir çok ortak paydaları olmasına rağmen her sektörün koşulları, karşı karşıya kaldığı sorunlar ve örgütlenme olanakları farklılaşıyor. Yazının devamında üç farklı sektördeki (yemek taşımacılığı, taksicilik ve çevrim içi çalışma) sorunlara ve çalışanların mücadelesine bakacağız.

Yemek Taşımacılığı Platformları

Eve yemek götürme hizmetlerinin uzun bir geçmişi var. 2000 yıl önce Eski Roma’da insanlar thermopolium olarak adlandırılan yerlere gider ve buradaki dükkanlardan hazır yemek satın alırdı. 18. yy sonunda Kore’de naengmyeon adı verilen soğuk erişteler sipariş ediliyordu. Tarihte bilinen ilk pizza teslimatı ise 1889’da Kral Umberto ve Kraliçe Margherita’nın Napoli’deki sarayına yapıldı. İlk kez 1890’da Hindistan’da başlayan Dabbawala adlı yemek götürme hizmetinde ise evlerde ve lokantalarda hazırlanan öğle yemekleri tren ve bisikletlerle giderek artan işgücünü beslemek amacıyla şehirlere götürülüyordu. İkinci Dünya Savaşı sırasında da İngiliz hükümeti, evlerinden çıkan insanlar için bir yiyecek dağıtım sistemi kurmaya çalışmıştı. Ama eve yemek götürme hizmetleri asıl İkinci Dünya Savaş sonrasında çıktı. İnsanlar, eskiden kralların yaptığı gibi evlerine pizza söylemeye başladılar (Woodcock, 2021).

Tarih boyunca bazıları yemekleri hazırladı bazıları da bunları tüketti. Lokantalarda garson, mutfakta hazırlanan yemekleri restoranda masada oturan müşterilere sunuyordu. Eve yemek götürme hizmetinde ise yemekler mutfaktan alınıp müşterinin evine ve işyerine götürülmeye başlandı. Ne değişti? İlk başta mesafenin arttığını söyleyebiliriz. Bunun yanında, mesafe artarken yemeği müşteriye götüren kişiyle müşteri arasındaki etkileşim azaldı. Garson, restorandaki müşteriyle ister istemez daha fazla etkileşime girmek zorundaydı.

Günümüzde ise eve yemek götürme hizmetinde köklü bir değişiklik yaşanıyor. Önceden sipariş vermek istediğimiz restoranı arar ve talebimizi iletirdik. O da kendi elemanlarıyla siparişimizi bize iletirdi. Sonra müşteriyle restoranın arasında platformlar girmeye başladı. Restoranlar platforma üye oluyor, müşteriler de siparişlerini doğrudan restorana değil de platforma bildiriyorlar. Platform siparişi restorana iletiyor. Restoran kendi çalışanları aracılığıyla siparişi müşteriye götürüyor. Restoranın yerinde marketler de olabiliyor. Her iki durumda da iş süreci, restoran/market çalışanının siparişi müşteriye teslim etmesiyle son buluyor. Türkiye’de yaygın olarak bu model uygulanıyor. Burada tartışacağımız iş modelinde ise sipariş, restoran çalışanları tarafından değil, platform çalışanları tarafından müşteriye görülüyor. Bir diğer deyişle, Uber’in sürücülerle yolcuları bağlaması gibi Deliveroo ve Uber Eat platformları da restoranlarla müşterileri bağlıyor ve bunu yaparken yemek dağıtım işini de organize ediyor. Yeni iş modeli sayesinde, restoranlar daha kolay satış yapabiliyorlar ve ayrıca yemek dağıtım elemanı istihdam etmek zorunda kalmıyorlar; müşteriler farklı seçenekleri göz önünde bulundurarak sipariş verebiliyor; çalışanlar ise aynı zamanda birden fazla restoran için çalışabiliyorlar.

Yukarıda her ne kadar sipariş, platform çalışanları tarafından müşteriye götürülüyor ifadesini kullanmış olsam da platformlar bu işi yapan kişileri kendi çalışanları olarak değil, kendi işinde çalışan bağımsız sözleşmeliler olarak tanımlamayı tercih ediyor. Platform, müşteriden sipariş aldığı zaman yemek ve teslimat ücretini hesaplıyor. Kimi zaman iki ücreti ayrı ayrı, kimi zaman da toplam olarak müşteriye gösteriyor. Platform, ya bir komisyon ya da müşteriye yüklenecek bir ücret karşılığında yemeği restorandan satın alıyor. Böylece platform, öncelikle yemek satışı üzerinden bir kazanç sağlıyor. İkinci kazancı ise yemekleri müşteriye götüren çalışanlardan yaptığı kesintilerle elde ediyor. Burada özellikle ikincisi üzerinde durmak gerekiyor.

Platformların serbest çalışanlar olarak adlandırmayı tercih ettiği işçiler platforma üye oluyorlar ve platformun uygulaması üzerinden yemeği bir lokantadan alıp müşteriye iletmek üzere görevlendiriliyorlar. Örneğin Deliveroo’da çalışmak için bisiklet, araba veya motosiklet sahibi olmak gerekiyor. Platformun uygulamasını kullanabilmek için akıllı telefonunuzda en az iOS 12 ve Android 6 işletim sistemleri olmalı. Kask gibi güvenlik ekipmanları, çalışanın sorumluluğunda. Ayrıca sürücülerin teslimat sırasında bir depozito ödeyerek aldıkları üniformaları giymeleri bekleniyor.

Artık belirli gün ve saatlerde bir restoranda çalışan, siparişleri müşteriye götüren ve karşılığında aylık (gündelik, haftalık) alan bir işçiden söz etmiyoruz. Bir restoranda çalışan işçinin sabit bir kazancı olmasına rağmen platform üyesi işçiler çoğunlukla yaptıkları işe göre gelir elde ediyorlar. O gün platformda belki iki üç saat, her an çağrılmayı beklemiş olabilirsiniz. Ama bu beklenen sürenin herhangi bir maddi karşılığı olmuyor.

Yine de bu esnek çalışma modelini benimseyen işçiler var. Woodcock’un (2021) aktardığı gibi daha önce çağrı merkezinde çalışmış bir platform çalışanı, artık ensesinde sürekli kendini gözetleyen bir müdür olmadığı için mutlu olduğunu söylüyor. Bir müdür yerine algoritmalar tarafından izlenmenin daha iyi olduğunu düşünüyor. Kuşkusuz bir müdür tarafından sürekli gözetlenmek ve kimi zaman onun kaprislerine katlanmak rahatsız edici bir durum. Fakat orta kademe amirlerin olmaması çalışanın şikayet ve sorunlarınım üst yönetime ulaşmasını zorlaştırıyor. Buna üst yönetimin işveren olarak görünmemek için gösterdiği çaba ve sorunları duymazlıktan gelmesi de eklenince en ufak sorunlar bile büyüyor.

Platform çalışanları, işlerini tek başlarına yapıyorlar: Bir kişi uygulamanın yönlendirmesi doğrultusunda siparişi restorandan alıyor ve müşteriye götürüyor. Dolayısıyla bir fabrikada bir araya gelen proleteryanın örgütlenme olanaklarından yoksunlar. Fakat diğer yandan, platform çalışanları aynı yollardan geçiyorlar ve uygulamadan yeni iş beklerken şehrin belirli yerlerinde bir araya geliyorlar. Buralarda işçiler sorularını diğer platform çalışanlarına yöneltiyor ve sorunlarını birbirleriyle paylaşıyorlar. Yemek taşıma platformları öncesindeki çalışma koşulları ile karşılaştırdığımızda restoran çalışanlarının örgütlenme ve ortak hareket etme olanaklarının arttığı söylenebilir. Daha önce farklı restoranlarda çalışan ve yemek teslimatı yapan iki çalışan birbirinden habersizken, belki patronlardan kaynaklı farklı deneyimler yaşarken şimdi platformlar çalışanların kaygılarını ve sorunlarını ortaklaştırıyor.

Şehirlerde belirli bekleme noktalarında bir araya gelen platform çalışanları bunun yanında başta WhatsApp olmak üzere iMessage, Telegram veya Signal gibi mesajlaşma uygulamalarını ve Facebook’u da yoğun olarak kullanıyorlar. İşlerini yapmak için akıllı telefon taşıma zorunluluğu işçiler arasındaki iletişim ağının da sürekli aktif olmasını sağlıyor. WhatsApp gruplarında, üye sayısı artıkça bir konuyu tartışmak zor olmasına rağmen insanların gruptaki kişileri görebilmesi yüz yüze veya daha küçük bir grupta görüşme olanaklarını artırıyor.

Woodcock (2021), şehirlerdeki platform çalışanları arasında çeşitli örüntülere rastlandığını belirtiyor. Örneğin, 2016’da Londra’daki bisikletli Deliveroo çalışanlarının çoğunlukla İngiliz veya Avrupalı öğrenci veya yeni mezunlardan, motosikletli çalışanların ise farklı ırklardan (Brezilyalı, Bengalli, Cezayirli, Doğu Avrupalı vs) göçmenlerden oluştuğunu yazıyor. Sonraki yıllarda yeni göçler ve ikinci kuşak göçmenlerle beraber bu durum değişmiş. Bisikletli göçmen çalışanların sayısı artmış. Göçmenler kendi mücadele kültürlerini de Londra’ya taşımışlar. Brezilyalı göçmenler öz savunma gruplarıyla motosiklet hırsızlıklarına karşı örgütlenmişler. Söz konusu öz savunma grupları, grevlerin ve protestoların örgütlenmesinde de etkili olmuş. Diğer ülkelerde de göçmenler platform işgücünde önemli bir yere sahip. Güney Afrika’da; Zimbabve, Malavi, Mozambik ve Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nden gelen göçmenlerinin yanında küçük şehirlerden büyük şehirlere gelen göçmenler var. Hindistan’ın Bangalore şehrindeki platform çalışanları arasında başka şehirlerden veya kırsal bölgelerden göç edenlerin sayısı fazla. Woodcock (2021) göçmenlerin varlığının platformlara yeni mücadele gelenekleri ve biçimleri getirdiğini savunuyor.

Sermaye, dijital platformları bir laboratuvar olarak görüyor ve iş modelleri zaman içinde değişebiliyor. Deliveroo’nun 2016’daki ücret politikasında yaptığı radikal değişiklikte olduğu gibi iş modellerinde çeşitli deneyler/denemeler yapılıyor (https://www.theguardian.com/business...-pay-structure). Örneğin, 2016 yılına kadar Deliveroo çalışanları saat başı £7, her teslimat başına da £1 alıyorlardı. Deliveroo bu uygulamayı değiştireceğini ve artık teslimat başına £3.75 ödeme yapacağını duyurdu. Bu karar, her zaman olduğu gibi çalışanlarla görüşülmemiş ve çalışanlar kararı telefonlarına gelen bir mesajdan öğrenmişlerdi. Tepkilerini gösterme ve işverenle pazarlık yapma şansları olmadığından (daha sonra bunun gibi durumlarda sık sık göreceğimiz gibi) greve gittiler ve seslerini duyurmaya çalıştılar. Grevlerin her zaman sonuç aldığı söylenemese de grevler, işçi ağlarının oluşumuna yardımcı oldu. Daha önce restoranların dışında veya sokak köşelerinde bir araya gelen işçiler, çok daha büyük gruplar halinde bir araya gelmeye başladılar. Taktik ve strateji tartışmalarının yapıldığı kitlesel toplantılar gerçekleştirildi. Grev görüntüleri sosyal medyada paylaşıldı. Ağlarda paylaşılan mücadele bilgileri, Avrupa’da dayanışma grevlerini ateşledi. 2016 grevi sonrasında da işçilerin eylemleri devam etti. Harekete katılan işçi sayısı giderek arttı. Bununlar beraber farklı ülkelerdeki işçileri de içine alan bir hareket gelişmeye başladı. 2016’da başlayan hareket, bir çok yerdeki işçiler için ilham kaynağı olmuştu.
Grev ve protestolar boyunca en can alıcı sorunlardan biri platformla iletişim veya müzakere kanallarının kapalı olmasıydı. Platformlar çoğu zaman bunun bir istihdam ilişkisine işaret edeceğinden çekinerek herhangi bir resmi müzakereye girmek istemediler. Birçok grev başarılı bir müzakereyle sonuçlanmadı veya yapılan değişiklikler başka bir şeye atfedildi.

Taksicilik Platformları

Yemek teslimatı ile taksiciliğin bir çok benzerliği olmasının yanında bazı farklılıklar da var. Yemek teslimatında, platform üç taraf arasındaki ilişkiyi sağlıyor. Restoranlardan satın alınan yemek, platformun görevlendirdiği bir kurye tarafından müşteriye ulaştırılıyor. Taksicilikte ise platform iki tarafı bir araya getiriyor: sürücü ve yolcu. İkinci farklılık ise çalışanların maliyetleri ile ilgili. Taksiciliğin maliyeti bisiklet veya motosikletle yapılan yemek teslimatının maliyetinden çok daha fazla. Londra’da taksicilik yapmak isteyen bir sürücünün özel bir lisans alması gerekiyor. Ayrıca kimi zaman sürücülerin platform tarafından onaylanmış araçları kullanması gerekiyor. Esnek çalışma saatleri ve bekleme zamanlarının karşılığının ödenmemesi burada da geçerli.

Sürücü sayısının fazla olması, platform için önemli bir avantaj. Uber gibi çok fazla sürücüye sahip olan platformlar kendilerini çok kısa sürede hizmet sağlayabilen platformlar olarak pazarlayabiliyorlar. Çalışma saatlerinin esnekliği, ek iş yapmak isteyen biri için bir avantaj gibi görülebilir. Ama hayatını Uber’den kazanmak isteyen bir sürücünün tam zamanlı ve kimi zaman fazla mesai yaparak çalışması gerekiyor. Hindistan ve Güney Afrika’da platformlar, arabası olmayan sürücülere araba kiralama olanağı da sağlıyor. Platform, araba sahipleri ile arabası olmayan sürücüler arasındaki bağlantıyı da kuruyor. Ancak sürücü, araba kiraladığı hafta hiç iş yapmasa da (örneğin sağlık nedenleri ile) kira, platform tarafından sürücüden kesiliyor.

Pazara yeni giren bir taksi servisi rakiplerini alt etmek için hem sürücüler hem de yolcular için elverişli koşullar yaratmaya çalışıyor. Ama platform tekel konumuna ulaştığında sürücülerin aldığı ücretlerin düşmesi veya platformun sürücülerden yaptığı kesintiyi artırması sürücülerde hayal kırıklığı yaratıyor. Ayrıca güvenlik kaygıları, yönetimsel sorunlar ve platformdaki hesaplarının sorgusuz sualsiz kapatılabileceği ihtimali sürücülerin şikayetlerinin başında geliyor. Uber ve Lyft gibi platformlar yolculara daha cazip bir hizmet sunabilmek için platformdaki aktif sürücü sayısını sürekli yüksek tutmaya çalışıyorlar. Belirli bir yerde talep arttığı zaman oralardaki sürücülerin alabileceği ücreti artırıyor ve taksileri oraya yönlendirmeye çalışıyor. Fakat platform, arz ve talep konusunda şeffaf olmadığından sürücüler platformun yönelttiği yüksek ücretli yere geldiklerinde talep karşılandığı için ücretlerin düştüğünü fark ediyor, oraya boşuna gitmiş oluyorlar. Sürücüler, platformun bütünü görüp kestirimlerde bulunabildiği ve yönettiği bir arz talep oyununun içinde çırpınıp duruyorlar. Daha önce aktardığım gibi bazı çalışanlar, tüm hareketlerini gözetleyen bir yönetici yerine bu işin algoritmalar tarafından yapılmasının daha adil ve daha az stresli olacağını düşünüyor. Fakat diğer yandan algoritmalar karşısında kendilerini tamamen güçsüz hisseden çalışanlar da var. Uber, algoritmalarının arz-talep dengesine göre ödeme oranlarını ayarladığını söylese de sürecin şeffaf olmaması rahatsızlık yaratıyor.

Ayrıca bir çok platformda platform sahipleri ödeme oranlarını keyfi olarak düşürebiliyor. Uber’in potansiyel yatırımcılarıyla yaptığı bir toplantıda şirketin CFO’su Brent Callinicos, Uber’in taksi ücretlerindeki oranını kolayca %25’ten %30’a çıkarabileceklerini söyler. Bunun üzerine risk sermayedarı Mike Novogratz, “Mutlu çalışanlarınız var, mutlu müşterileriniz var, mutlu hissedarlarınız var. Kutsal üçlü şirketinizden heyecan duyuyor. Neden bunu riske atıyor ve çalışanlarınızın ücretini %5 aşağıya çekiyorsunuz?” diye sorar. Callinicos, “Çünkü bunu yapabiliyoruz.” der (Slee, 2015). Ama sürücüler Callinicos’a bunun her zaman o kadar kolay olamayacağını göstermeye başladılar. İlk tepkiler, yereldi ve kalıcı bir örgütlenmeden çok yaşanılan sorunlara karşı kısa dönemli eylem birliktelikleriydi.

2015’te Tampa’da (ABD) Uber’in ödeme oranlarını düşürmesi sonrasında sürücüler, Uber’in algoritmasını kendine karşı kullanmaya karar verdiler. Örgütlü bir şekilde, talebin en yoğun olacağı yer ve zamanlarda (hafta sonu gece kulüpleri önlerinde, spor karşılaşmalarının olduğu günlerde ve havaalanı önlerinde) sistemde aktif görünmeyerek arz düşüklüğü yaratarak oranları yukarı çektiler. Oranlar yükseldiği anda ise tekrar aktif olarak yüksek ödeme oranlarından yolcu aldılar. Uber, bunu fark ettiğinde bazı sürücülerin platformdaki hesaplarını kapattı. Fakat bu sürücülerin eylemlerini durdurmadı. Bu sefer daha incelikli bir şekilde algoritmayı şaşırttılar. Uber’den gelen talepleri kabul ettiler fakat kendilerinin yarattığı trafik sıkışıklığı nedeniyle ellerinde olmayan (!) nedenlerden dolayı talebi yerine getiremediler ve yine arz düşüklüğü yaratarak ödeme oranlarının artmasını sağladılar. Sürücüler aynı eylemi Soho’da (ABD) yaptılar. Bu eylemler ve sokak gösterileri bir süre devam etti; daha sonra Uber eski oranları geri getirmek zorunda kaldı. Fakat bu eylemler kalıcı örgütlenmelere dönüştürülemedi (Mrvos, 2021).

İngiltere’de ise Uber çalışanları daha kalıcı örgütlenmelere yöneldiler. Sorunlarını tartışmak ve çözüm bulmak için Londralı taksiciler ilk başta LPHADA (London Private Hire App Based Drivers Association) çatısı altında bir araya geldiler ve sonra GMB (https://www.gmb.org.uk/) sendikasına katıldılar. Daha sonra bu sendikadan memnun kalmayarak IWGB’ye (https://iwgb.org.uk/) geçtiler. Örgütlenme süreci boyunca platformlara karşı hukuksal bir mücadele başlattılar. Grevler, protestolar ve sosyal medya kampanyaları düzenlediler. Farklı ülkelerdeki sürücülerle bağlantılar kurdular.

Artık platformlara karşı mücadele yereldeki protestoların yanında uluslararası bir boyuta da sahip. 8 Mayıs 2019’da ABD, İngiltere, Fransa, İskoçya, Nijerya, Şili, Brezilya, Panama, Kosta Rika ve Avustralya’da iki saatlik bir grev düzenlendi (https://www.theguardian.com/technolo...and-conditions). Woodcock’ın (2021) belirttiği gibi buradaki tüm sürücüler greve katılmamış olsalar da ağların örgütlenme potansiyelini göstermesi açısından önemli bir grevdi. 2019 yılı sonunda Hindistan’da, 11 büyük şehirdeki 250000 çalışanı temsilen 157 delegenin katıldığı ulusal bir toplantı yapıldı. 29 Ocak 2020’de, Uygulama Tabanlı Taşımacılık Çalışanlarının Uluslararası İttifakı’nın (International Alliance of App-Based Transport Workers -IAATW) ilk toplantısı İngiltere’de düzenlendi. Toplantıya 23 ülkeden, altı kıtadan katılan katılımcılar Uber, Bolt, Grab ve Lyft gibi platformlara karşı uluslararası bir strateji oluşturmak için bir araya geldiler (https://www.taxi-point.co.uk/post/gl...e-hailing-apps). Düşük ücret, güvencesizlik ve tehlikeli çalışma koşulları küresel bir sorundu ve çözüm de küresel olmak zorundaydı. Bu toplantıyı, 25-26 Haziran 2020’de çevrimiçi olarak düzenlenen Küresel Dijital İşçiler Konferansı (https://mobilealliance.org/twn-conference/) takip etti.

Çevrimiçi Çalışanlar

Yemek ve ulaşım sektörleri, belirli bir yerde yapılan ve çalışanların birbirleriyle yüz yüze iletişime geçebildiği sektörler. Fakat çevrimiçi platformlarda serbest çalışanlar (grafik tasarımı yapan, web sitesi veya yazılım geliştiren) veya mikro görevleri yerine getirenler için yüz yüze iletişim olanakları çok daha kısıtlı. Buna karşın çevrimiçi işçilerin platformlara karşı örgütlenmeye başladığını ve örgütlenebildiğini gösteren örnekler var.

Sermaye, dijital platformlar sayesinde işleri, işgücünün daha ucuz olduğu yerlerde yaptırabiliyor. Çalışanlar da kendi ülkelerinin emek piyasasının kısıtlılıklarını aşarak bir gelir elde edebiliyorlar. Platforma üye olan işçiler, platformda listelenen bir işi yapmak için daha düşük teklifler vererek birbirlerinin önüne geçmeye çalışıyorlar. Çalışanlar arasında zorunlu bir rekabet var. Platformda yapılan bir çok iş, işbirliği gerektirmesine karşın çalışanların işbirliği ve eşgüdümü platform tarafından yürütülüyor. İzole çalışma ve sürekli rekabetin teşvik edilmesi, platform çalışanlarının bir araya gelmesinin ve ortak hareket etmesinin önünde büyük bir engel.

Ancak platformda yaşanan zorluklar ve sorunlar çalışanları farklı ortamlarda bir araya gelmeye teşvik ediyor. Örneğin platformdaki görevlerin kimi zaman yeterince açık olmaması nedeniyle çalışanlar farklı ortamlarda buluşuyor ve sorunlarını paylaşıyor. 2018 yılında yapılan bir araştırmaya göre çevrimiçi çalışanların %58’i haftada en az bir kez sosyal medya, e-posta, mesajlaşma uygulamaları veya forumlar üzerinden birbiriyle iletişime geçiyor.

Platform çalışanlarını bir araya getiren bir diğer sorun da platformlardaki ücret hırsızlıkları. Amazon’un MTurk’ünde olduğu gibi bazı platformlarda müşteri, platform çalışanının yaptığı işin gereksinimleri karşılamadığını öne sürerek ücret ödemeyi reddedebiliyor. Bazı müşteriler bunu alışkanlık haline getirerek işlerini ücret ödemeden yaptırmaya çalışıyor.

Turkopticon örneği basit ama doğru bir müdahalenin bile platformdaki dengeleri değiştirebileceğini ve çalışanları güçlendirebileceğini gösteriyor. Lilly Irani ve Six Silberman’ın akademik bir projesinden doğan Turkopticon (adı Amazon’un MTurk’unden ve Foucault’un panoptikonundan geliyor) müşteriler ve platform çalışanları arasındaki dengesizliği gidermek için geliştirilmiş. Çalışanlar, müşterilerle ilişkilerini değerlendiriyor ve birbirlerine yardımcı oluyorlar. Platform çalışanları, Woodcock’un (2021) sanal sokak köşeleri olarak adlandırdığı Reddit gibi forumlarda da bir araya geliyor ve sorunlarını paylaşıyorlar.

Rev adlı platforma karşı örgütlenen hareket, çevrimiçi çalışanların örgütlülüğünün ne kadar etkili olabileceğini ve sınırlarını gösteriyor. 2010 yılında kurulan Rev (https://www.rev.com/about), transkripsiyon, altyazı yazarlığı ve çevirmenlik hizmeti veren en büyük platformlardan biri. Misyonunu “daha fazla insana evden çalışma özgürlüğü vermek” olarak tanımlıyor ve insanların istedikleri zaman platforma giriş yapıp çalışacaklarını savunuyor. Fakat 2019 yılında ücret politikasını değiştireceğini duyurması platform çalışanları arasında huzursuzluğa neden oldu. Rev’in içinden bir muhbirin söylediğine göre bir dolarlık bir işin 50 veya 55 senti platforma gidiyordu. Yeni düzenlemeyle çalışanların alacağı asgari ücret 30 sente düşecekti. Çalışanlar bu değişikliği protesto etmeye başladılar. Tepkiler sosyal medyaya taşındı. Protestolar boyunca çalışanlar platformdan iş alıp tamamlamayarak platformda tıkanıklık yarattılar. Tartışmalar bazı yerlerde sosyal medya ve forumlardan gerçek dünyadaki kafe toplantılarına taşındı. Woodcock’a (2021) göre Rev çalışanlarının protestolarını yarı grev olarak tanımlanabilirdi. Çalışanların çoğunun herhangi bir örgütlü mücadele deneyimi olmadığı gibi diğer işçi grupları ile de herhangi bir bağlantıları yoktu. Protesto ediyorlardı, ama işe geri dönmek için bir talepte bulunmuyorlardı.

Rev, platformdan ayrılan çalışanların yerini yenileriyle dolduruyordu. Şirket, daha sonra ücretlendirme politikasını yeniden gözden geçireceğini duyurdu. Fakat kayda değer bir değişiklik olmadı. Woodcock (2021), Rev ve diğer platform çalışanlarının protestolarının zafere dönüşememesini pazarlık gücündeki eksikliğe bağlıyor. Çalışanların sanal veya gerçek dünyadaki iletişim olanaklarından yararlanarak bir araya gelmesi kolektif direnişin ilk adımlarını oluşturmasına karşın protestolar kendiliğinden bir güç inşa edemiyor.
Ama yıllar önce Marx ve Engels’in Manifesto’da proleterya için yazdığı gibi bunu bir zayıflık olarak değil örgütlenme sürecinin bir uğrağı olarak görebiliriz:
Zaman zaman işçiler galip gelirler, ama ancak bir süre için. Savaşımlarının gerçek meyveleri o andaki sonuçlarda değil, işçilerin durmadan genişleyen birliğinde yatar. Modern sanayi tarafından yaratılan gelişkin iletişim araçları bu birliğe yardımcı olur ve bu, farklı yerlerdeki işçileri birbirleriyle bağlantıya sokar.

***

Platform çalışanları tüm dünyada örgütleniyor. Henüz yolun başında olsalar da Woodcock’un (2021) işaret ettiği gibi süreç geçmiş dönemlere göre çok daha hızlı ilerliyor. Örneğin, fabrikaların kurulması sonrasında işçilerin mücadele etmek için yeni taktik ve stratejiler oluşturması daha uzun sürmüştü.

Platform çalışanlarının mücadeleleri dışında daha sonra ayrıntılı olarak tartışmak istediğim bir başka seçenek de özel mülkiyetli platformlara karşı platform kooperatiflerinin hayata geçirilmesi. Sonuçta Deliveroo ve Uber gibi platformların kullandığına benzer bir yazılım geliştirmek o kadar zor değil. Fakat sermayeyi ortadan kaldırabilmek için bir yazılıma sahip olmak yeterli olmuyor. Platformlar kullanıcı alışkanlıklarını değiştirene ve rakiplerini ortadan kaldırana kadar büyük kârlar elde etmiyorlar, hatta çoğu zaman zarar ediyorlar. Birden fazla oyuncunun olduğu sektörlerde olabildiğince fiyat kırarak rakibi saf dışı bırakmaya çalışıyorlar. Uygulamaları çok iyi olduğu için değil, arkalarındaki sermaye desteğiyle rekabette ayakta kalabildikleri için başarılı oluyorlar.

Bu şartlar altında, ne kadar insani çalışma koşulları sunarsa sunsun bir platform kooperatifinin geniş bütçeli ve yaygın kullanıma sahip kapitalist bir platform karşısında ayakta kalabilmesi zor görünüyor. Englert vd.’nin (2020) vurguladığı gibi alternatif platformlar şimdiye kadar sadece düzenleyiciler veya yasal değişiklikler kapitalist alternatifleri engellediğinde işleyebildi.

İzlem GÖZÜKELEŞ - yarimada.gen.tr

Kaynaklar
Cant, C. (2019) Riding for Deliveroo: Resistance in the New Economy. Cambridge: Polity.
Englert, Sai, Jamie Woodcock and Callum Cant. 2020. Digital Workerism: Technology, Platforms, and the Circulation of Workers’ Struggles. tripleC, 18(1): 132–145.
Mrvos, D. (2021). Illusioned and Alienated: Can Gig Workers Organise Collectively?. tripleC: Communication, Capitalism & Critique. Open Access Journal for a Global Sustainable Information Society, 19(1), 262-276.
Telek, A. (2020). Artık Hepimiz Prekaryayız: Tehlikeli ve Umutlu Gelecek. Nota Bene Yayınları
Slee, T. (2015). What’s Yours Is Mine: Against the Sharing Economy. New York: OR Books.
Woodcock, J. (2021). The Fight Against Platform Capitalism: An Inquiry into the Global Struggles of the Gig Economy. London: University of Westminster Press.