Dünya tersine döndü. Daha önce Çin, ABD kökenli şirketlerin ülkesindeki faaliyetlerini sınırlıyor ve şirketleri kendi belirlediği kurallar çerçevesinde hareket etmeye zorluyordu. Bu da medyada Çin’in serbest piyasaya tahammülsüzlüğü olarak yer alıyordu. 2000’li yılların başında Microsoft, Çin pazarını hızla ele geçirmeye başladığında Çin tehlikeyi fark etmiş başta GNU/Linux olmak üzere özgür yazılımları bilişim politikalarının temel bir bileşeni olarak ele almaya başlamıştı. Sorun sadece ekonomik değildi. Microsoft yazılımlarında olan gizli arka kapılar, savaş zamanında ABD’nin Çin’in ağ yapısına ulaşmasına fırsat verebilirdi. Çinliler’e göre Microsoft’a bağımlılık, hızla dijitalleşen bir dünyada ülkenin anahtarlarını potansiyel bir düşmanın eline vermek anlamına geliyordu. Çin, sosyal medya uygulamalarına da benzer biçimde yaklaştı. Yabancı sosyal medya şirketlerinin faaliyetlerini kısıtlamaya çalıştı ve onların yerini alabilecek alternatif sosyal medya uygulamalarının geliştirilmesini sağladı. Özellikle kendi yurttaşlarının verilerinin ABD şirketlerinin kontrolünde olmaması için büyük çaba gösterdi. Şimdi ise ABD aynı politikaları, aynı gerekçelerle Çinli şirketlere karşı uygulamaya çalışıyor. Çinli şirketleri ulusal güvenliği için bir tehdit olarak görüyor. Ama daha önemlisi ABD, teknolojideki hegemonyasının zayıfladığının farkında.


ABD ve Çin, en son TikTok ve WeChat nedeniyle karşı karşıya geldi. Fakat öncesindeki, Çinli telekom devi Huawei’nin sahibinin kızı ve şirketin Mali İşler Başkanı Meng Wanzhou’nun ABD’de başlatılan soruşturma kapsamında 1 Aralık 2018’de Kanada’da gözaltına alınmasıyla başlayan süreci de atlamayalım. Meng Wanzhou, ABD’nin İran’a yönelik yaptırımlarını delmekle suçlanıyordu.




1987’de Çin’de kurulan Huawei, dünyanın en büyük telekom ekipman, cihaz ve servis sağlayıcılarından biri. 170 ülkede faaliyet gösteriyor ve 2019’daki satış geliri 123 milyar dolar. Şirket başlıca üç alanda faaliyet yürütüyor: Taşıyıcı üretimi, kurumsal çözümler ve tüketici elektroniği. Taşıyıcılıkta özellikle 5G sistemlerin işletmesi ve bakımı, yapay zeka teknolojisi, kablosuz ve sabit ağlar ve bulut bilişim üzerine çalışıyor. Kurumsal alanda, çeşitli şirket ve kamu kurumlarıyla beraber akıllı şehirler inşa ediyor. Tüketici alanında ise akıllı telefonlar, kişisel ve dizüstü bilgisayarlar, tabletler ve giyilebilir teknolojiler üretiyor (Tang, 2020).


Huawei’nin 14 küresel Ar-Ge merkezi ve 36 müşterek inovasyon merkezi var. Tang’ın (2020) yazdığı gibi Huawei âdeta Mao’nun “kırlardan şehirlere doğru” stratejisini uygulamış. Ericsson, Alcatel-Lucent ve Nokia gibi telekom devleri uzak ve doğal koşulların elverişsiz olduğu yerlere yatırım yapmaktan kaçınırken Huawei bu az gelişmiş bölgeleri, küresel pazara girebilmek için bir fırsat olarak gördü. Gelişmekte olan bu bölgelerde elde ettiği başarılardan sonra Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’da pazarlarına yöneldi.


Huawei, “Başarılarla Çin” ifadesinin kısaltması. Devlete ait bir şirket olmamasına rağmen Çin’de oldukça popüler ve ulusal bir itibara sahip. Huawei’nin Çin hükümetiyle ilişkisi hakkında çeşitli spekülasyonlar var ve ABD kurumları, Huawei’yi diğer Çinli telekom şirketleri gibi ulusal güvenlik tehdidi olarak görüyorlar. Bu nedenle ABD pazarına girmekte zorlanan Huawei, 2011 yılında ABD hükümetine yazdığı açık mektupta adil muamele talebinde bulundu ve adını temize çıkarmak için tam soruşturma talep etti. Ancak Huawei’nin bu talebi doğrultusunda 2011 yılında yürütülen soruşturma Huawei’nin umduğu gibi sonuçlanmadı. 2012’de kamuoyuyla paylaşılan nihai raporda Huawei’nin yanı sıra ZTE (bir diğer Çin merkezli telekomünikasyon ekipmanı üreticisi) de ulusal güvenlik tehdidi olarak görülüyordu.
ABD ve Çinli şirketler arasındaki gerilim Meng Wanzhou’nun göz altına alınması sonrasında daha da tırmandı. ABD Adalet Bakanlığı Meng Wanzhou ve Huawei’yi ABD’nin İran’a yönelik yaptırımlarını delmenin yanında ticari sırları çalmak ve cezai soruşturmaları engellemekle suçladılar. Fakat temel sorun geleceğin internet teknolojisi 5G’de Huawei’nin önemli bir aktör olmasıydı.


Huawei, 5G’nin Ar-Ge faaliyetlerine daha 3G’den 4G’ye geçişin gündemde olduğu 2009 yılında başladı ve tüm dünyada yeni nesil mobil internetin en önemli oyuncularından biri olmayı başardı. ABD, Huawei’yi oyunun dışına çıkarmak için Almanya, İtalya ve Birleşik Krallık gibi NATO üyelerine Huawei cihazlarının riskleri hakkında telkinlerde bulunuyor. Eğer Huawei ile çalışmaya kalkarlarsa gümrük savaşı ile karşı karşıya kalacakları tehdidinde bulunuyor ve Huawei’yle iş yapmayı bırakırlarsa daha büyük fon sağlama sözü veriyor. ABD Ticaret Bakanlığının Mayıs ayında Huawei’nin yonga sağlayıcılarına erişimini kısıtlamasından sonra Birleşik Krallık da Huawei cihazlarının alımını durdurdu ve Huawei cihazlarını aşamalı olarak Britanya’nın 5G ağından çıkarmaya karar verdi.


Yazının başında da belirttiğim gibi ABD ve Çin en son sosyal medyada karşı karşıya geldiler. ABD yönetimi ByteDance’ın TikTok ve Tencent’ın WeChat uygulamalarına karşı çeşitli kısıtlamalar getirdi. ABD’li kullanıcıların kişisel verilerinin Çinli şirketlerin elinde olması ve söz konusu uygulamaların yalan haberlerin yayılması için elverişli bir ortam sağlaması nedeniyle bu şirketler de ABD’nin ulusal güvenliğini tehdit ediyorlardı. ABD Başkanı Trump, TikTok’un önüne iki seçenek koydu: Ya ABD’den tamamen çekilmek ya da ABD’deki kolunu bir Amerikan şirketine satmak.


Aslında Trump yönetimi dijital altyapının veya kişisel verilerin yabancı şirketlerin elinde olmasının ulusal güvenliği tehlikeye attığını vurgulayarak güzel bir anti-emperyalizm dersi veriyordu. Çinli şirketlerin faaliyetlerine göz yummak, bir zamanlar Çinliler’in dediği gibi, dijital dünyada ülkenin anahtarlarını potansiyel bir düşmanın eline vermek anlamına geliyordu.


Trump’tan aldığımız bu anti-emperyalizm dersinin ardından özel mülkiyetli yazılımın piri Microsoft’tan da programın kaynak kodunun önemi hakkında bir ders aldık. Bir ara adı TikTok’u alabilecek şirketler arasında da geçen Microsoft, kullanıcıların mahremiyetini korumak ve Pekin’in uygulama üzerinden dezenfomasyonunu engellemek için programın kaynak kodunu ve 100 milyon Amerikalı’nın hangi videoları izleyeceğine karar veren algoritmaları devralmanın gerekliliğine işaret ediyordu. Çünkü daha yüksek standartlarda güvenlik, mahremiyet ve dezeneformasyonla savaş için kaynak kodu ve algoritmaları değiştirebilme hakkı gerekiyordu (https://www.nytimes.com/2020/09/13/t...bytedance.html)!


TikTok ve WeChat, son olmayacak. ABD ve Çin, teknolojinin kontrolü için daha çok karşı karşıya gelecekler. Ancak Tang’ın (2020) vurguladığı gibi başta Huawei olmak üzere Çinli şirketleri Çin devletinin veya ordusunun ajanı olarak görenler ironik olarak Batı’daki şirketlerin kendi ordu ve hükümetleriyle ne kadar yakın olduklarını görmezden geliyorlar.


ABD ve Çin Arasında Sıkışan Avrupa

Bir yanda 1980’lerden beri şirketleriyle dijital dünyayı kontrol eden ABD, diğer yanda son yıllardaki atılımlarıyla ABD’nin hegemonyasına meydan okuyan Çin var. İki ülke, teknolojinin kontrolü hakkında kıyasıya mücadele ederken Avrupa, iki ülke arasında sıkışmış durumda. Erlange ve Satariano’nun (2020) yazdığı gibi Trump yönetimi, daha önce Huawei’ye karşı kullandığı ulusal güvenlik tehdidi tezlerini TikTok için yeniden gündeme getirdiğinde bir kez daha ne yapacaklarını bilemediler. İki taraftan birini seçmeleri durumunda araba üreticileri, finansal hizmet firmaları veya tarım şirketleri diğer tarafın misillemesi ile karşı karşıya kalabilirdi.


Avrupa’nın kanun yapıcıları ve düzenleyicileri son bir kaç yıldır büyük teknoloji şirketlerinin gücünü sınırlandırmaya çalışıyor. 25 Mayıs 2018’de Avrupa Birliği’nde yürürlüğe giren GDPR (General Data Protection Regulation – Genel Veri Koruma Tüzüğü), dijital mahremiyet hakları konusunda en ileri düzenleme olmasının yanında büyük teknoloji şirketlerinin faaliyetlerini düzenlemeyi de hedefliyordu. Yeni düzenlemelere dayanarak şirketlere büyük cezalar kesildi. Fakat resmi görevlilerin açıklamalarına göre bu yaptırımlar Apple, Amazon, Google ve Facebook’un davranışlarını değiştirmedi. Şimdi üzerinde çalışılan yeni yasa ve düzenlemeler doğrudan bu şirketlerin iş modelini hedefliyor.


AB’nin resmi görevlileri, Apple’ın App Store’unun rekabetçi olup olmadığını ve Amazon’un e-ticaretteki güçlü konumunu daha zayıf rakiplerini oyun dışına atmak için kullanıp kullanmadığını soruşturuyorlar. AB, Google’ın giyilebilir teknoloji üreticisi FitBit’i satın almasını incelerken Britanya’da Facebook’un Giphy adlı GIF şirketini satın alması hakkında bir soruşturma yürütüyor.


Avrupa Birliği Komisyonu Başkan Yardımcısı Margrethe Vestager, yeni kanunlarla şirketlerin değişime zorlanacağını ve yeni ürün alanlarına girmelerinin kısıtlanacağını belirtiyor. Çünkü bildiğimiz gibi artık ne Google sadece bir arama motoru ne de Amazon sadece bir e-ticaret sitesi. Teknoloji şirketleri, sürekli yeni pazarlar arıyorlar. Apple, akıllı telefon ve tabletlerdeki güçlü konumunu video canlı yayını piyasasına girmek için kullanmaya çalışıyor. Google, arama motoru sayesinde en uygun seyahat hizmetini önerebiliyor. Facebook da sosyal ağından yeni ticari hizmetleri sunmak için yararlanıyor. En son olarak da Ağustos ayı sonunda Google’ın üst şirketi Alphabet’in sigortacılık işine girdiğini öğrendik. Morozov’un (2020) vurguladığı gibi Google, gündelik yaşam örüntülerimiz, ilişkilerimiz ve hatta rüyalarımız hakkında çok fazla şey biliyor ve herhangi bir sigorta şirketinden çok daha isabetli risk analizleri yapabilecek. Morozov (2020), büyük beşlinin diğer üyelerinin de benzer faaliyetler içinde olduklarını belirtiyor. Apple, sağlık sigortası şirketi Aetna ile işbirliği yapıyor. Facebook, önleyici sağlık hizmetleriyle kullanıcılara hangi check-up’lara ihtiyaç duyduklarını ve bunu nerede yaptırabileceklerini söylüyor (https://www.mobihealthnews.com/news/...where-get-them). Ayrıca Amazon (https://digital.nhs.uk/blog/transfor...lking-to-alexa) ve Alphabet’in (https://www.ft.com/content/31c927c6-...c-9122541af204) Birleşik Krallık Ulusal Sağlık Hizmetleri ile yaptığı sözleşmeler, bu şirketlerin sağlık verilerine erişebilmelerini sağladı.


Fakat Morozov’un (2020) savunduğu gibi artık şirketlerin topladığı verileri hedefli reklamcılık bağlamında ele almak yetersiz kalıyor. Google’ın Fitbit’i alması yalnız reklam pazarındaki gücünü artırmayacak, sigorta poliçelerinin fiyatlandırılmasında da etkili olacak. Böylece analog dünyada normalde birbiriyle ilişkilendirilemeyecek iş süreçleri dijitalleşerek bir araya geliyor ve birkaç şirketin elinde merkezileşiyor. Bu nedenle, Vestager haklı; bu şirketlerin yeni alanlara girmelerinin sınırlandırılması gerekiyor. Ancak Morozov’un (2020) yazdığı gibi son on yıldır şirketlerin zararsız hale getirilmesinin sorumluluğunu anti-tröst ve veri koruma gibi var olan çerçevelerden yararlanan teknokratik düzenleyicilere yüklemenin Avrupa’ya bir yararı olmadı.


Örneğin Google, 2017-2019 yılları arasında anti-tröst yasalarını ihlal etmekten üç kere suçlu bulundu ve 8,25 milyar avro (9,7 milyar dolar) ceza ödemeye mahkum edildi. Ancak cezalar, 160 milyar dolardan fazla yıllık geliri olan bir şirket için ufak bir miktardı ve davaların uzun sürmesi Google’a konumunu güçlendirebilmesi için zaman kazandırıyordu. GDPR de oldukça kapsamlı bir düzenleme olmasına rağmen zorlayıcılığının zayıf olması nedeniyle beklentileri karşılayamadı (Satariano, 2020).


Kısacası, Avrupa’nın kendini sadece küresel bir düzenleyici güç olarak konumlandırmasının yeterli olmadığı anlaşıldı. İtalyan Ulusal Yenilik Fonu Başkanı Francesca Bria, Avrupa’nın küresel ekonomik güce de ihtiyacı olduğunu, dijital egemenliği sağlayamamaları durumunda ABD ve Çin arasında kalmış bir sömürge olma riskinin bulunduğunu savunuyor. Dünyanın en popüler telefonları Çin, Güney Kore ve ABD’de yapılıyor. En büyük sosyal medya ve alış veriş platformları ABD ya da Çin kökenli. Dünyanın en büyük bulut bilişim ve yapay zeka hizmeti sağlayıcıları yine ABD ya da Çin şirketlerine ait (Erlanger ve Satarino, 2020).


Avrupa’nın Nokia sonrasında, Microsoft ve Oracle ile rekabet eden SAP dışında, dijital ekonomide belirleyici bir güce sahip şirketi olmadı. ABD şirketlerini, düzenleme politikaları, sert veri koruma kuralları ve kararlı anti-tröst yasalarıyla dizginlemeye çalıştılar. Fakat son on yılda, Amazon, Apple, Facebook ve Google’ın alternatifini yaratamadıkları sürece bu çabaların çok sınırlı ve geçici olduğunu fark ettiler. Dolayısıyla dijital egemenlik için, Çin ve ABD şirketleri ile küresel düzeyde rekabet edebilecek alternatifler yaratmalarının gerektiğini düşünüyorlar.


ABD ve Çin, pazar savaşında. Avrupa ülkeleri, dijital ekonomiyi sadece düzenleyen (daha doğrusu düzenlemeye çalışan) bir aktör olmaktan sıyrılarak ABD ve Çin karşısında dijital egemenliğini inşa etmek istiyor.
Ancak Avrupa için geçerli olan sömürgeleşme riski, ekonomisi ve teknik altyapısı daha zayıf Küresel Güney (Küresel Güney, Dünya Bankası’nın düşük ve orta gelirli Asya, Afrika ve Latin Amerika’da yer alan ülkeleri ifade etmek için kullandığı bir terim) ülkeleri için bir gerçekliği ifade ediyor.


Dijital Teknolojilerle Yeniden Sömürgeleştirme

ABD, Huawei’yi ulusal güvenliği için bir tehdit olarak görüyor. Huawei ürünlerinin ülkenin ağ altyapısında kullanılmasını onaylamıyor. TikTok ve WeChat’i ABD’li kullanıcıların kişisel verilerini Çin hükümeti ile paylaşmakla ve yalan haberler yaymakla suçluyor. Fakat ABD’nin ulusaşırı şirketleri yıllardır yazılım, donanım ve ağ bağlanabilirliği üzerindeki hakimiyetleri sayesinde dijital ekosistemi kontrol ediyor ve Çin için iddia ettiklerini kendileri, diğer ülkelere karşı uyguluyorlar.
Kwet (2019), “Dijital Sömürgecilik: ABD İmparatorluğu ve Küresel Güneyde Yeni Emperyalizm” başlıklı makalesinde ABD’nin dijital teknolojiler üzerindeki hakimiyeti sayesinde Küresel Güney’i nasıl sömürgeleştirdiğini tartışıyor. Makale, daha çok Güney Afrika üzerinde dursa da verilen örnekler oldukça tanıdık geliyor.


Zorunlu uzaktan eğitim, dijital uçurumu bir kez daha gündeme getirdi. Toplumun azımsanamayacak bir kısmı dijital teknolojilere erişemiyor ve eğitimlere katılabilmek için yeterli kalitede internet bağlantısına sahip değil. Buna karşın hem ulusal hem de yerel düzeyde dijital teknoloji yatırımları artıyor.


Dijital teknolojiler birçok alanda hayatımızı kolaylaştırıyor. Fakat dijital teknolojiler, tarafsız araçlar değil. Belirli toplumsal ilişkiler içinde şekilleniyorlar. Dijital teknolojileri salt yararlı araçlara indirgemeden sorgulamak gerekiyor:

  • Küresel Güney, dijital teknolojilerin bu yayılımından nasıl etkileniyor ve etkilenecek?
  • Küresel Güney, ABD teknoloji devlerinin ürünlerini ve modellerini benimsemeli midir, yoksa başka türlü düşünmeli ve farklı seçeneklere mi yönelmelidir?
  • Küresel Güney, kendi dijital kaderini belirleyebilir mi?

Kwet’in (2019) “dijital sömürgecilik” tartışması bu soruların yanıtını arıyor. İki emperyal güç, özellikle son bir yıldır, teknolojinin kontrolünün kimde olacağı hakkında karşı karşıya geliyor. Bağımsızlığını koruyabilmek için Avrupa gibi Küresel Güney de kendi yolunu çizmek zorunda.


Dijital sömürgecilik, dijital ekosistemin üç temel bileşeni olan yazılım, donanım ve ağ bağlanabilirliğinin şirketlerin elinde merkezileşmesine ve onlar tarafından kontrol edilmesine dayanıyor. Bu üç temel bileşenin kontrolü ABD’ye muazzam politik, ekonomik ve sosyal güç sağlıyor. Kwet (2019), GAFAM (Google/Alphabet, Amazon, Facebook, Apple ve Microsoft) ve diğer dev kurumları uluslararası topluluğun yeni emperyalistleri olarak nitelendiriyor. Bu dev kurumlar arasında NSA (National Security Agency – ABD Ulusal Güvenlik Ajansı) da var. Kwet (2019) ABD’nin liderliğindeki yabancı güçlerin teknik ürün, model ve ideolojilerinde gerçekleşen asimilasyonun 21. yüzyıla özgün bir sömürgeleştirme biçimi olduğunu savunuyor.


Günümüzdeki teknolojik ekosistemin yapısı alternatifsizmiş gibi sunuluyor. Fakat insan hakları, demokrasi ve sosyoekonomik adalete uygun dijital bir toplum inşa etmek için alternatif teknolojiler, modeller ve ideolojiler var. Bu alternatifleri gerçekleştirebilmek için her şeyden önce gücün birkaç şirketin elinde toplanmasına karşı yazılım, donanım ve internette ademimerkeziyetçi sahiplik ve kontrol ilişkilerine gerek var. Dolayısıyla Kuzey’i yakalamak için en yeni dijital teknolojilere yatırım yapmaktan ve ülkedeki dijital (veya bilgisayımsal) okuryazarlığı artıracağım diye öğrencileri ABD ürünleriyle eğitmekten (ve bu ürünler için geleceğin müşterilerini yaratmaktan!) daha farklı yollar izlenmeli. Bugün başta GAFAM olmak üzere ABD tekellerinin dijital toplum için sundukları modelleri eleştirel bir gözle değerlendirmek zorundayız. Şirketlerin sunduğu dijital modeller, merkezileşmiş bulut hizmetleri, insanların esnek sözleşmelerle çalıştırıldığı platform ekonomileri, CCTV gözetimi, toplumsal sorunların çözümünde kestirimsel analize dayalı çözümler gibi tartışmalı özellikler içeriyor. Kwet (2019), Kuzey’in teknolojisinin Güney’e yarar sağlayacağını varsaymak için bir neden olmadığını belirtiyor ve çalışmasında “Amazon, Microsoft ve Google tarafından inşa edilen bulut merkezleri Küresel Güney ülkeleri için iyi mi?” veya “hangi teknolojiler mahremiyet haklarını, şeffaflığı, işbirliğini ve yerel gelişmeyi en iyi sağlıyor?” sorularının yanıtını arıyor.


Kwet (2019), dijital sömürgeciliği beş başlık altında ele alıyor: Ekonomik tahakküm, mimari tasarım üzerinden emperyal kontrol, küresel gözetim kapitalizmi, emperyal devlet gözetimi, teknik hegemonya ve ideolojik tahakküm.


Ekonomik Tahakküm

Avrupalılar, yerlileri topraklarından attılar ve onların topraklarına yerleştiler. Yerli halka korkunç şiddet eylemleri uyguladılar. İnsanları köleleştirdiler. Sömürgeleştirme sürecinde şirketler önemli bir rol oynadılar. 1602’de Hollanda Doğu Hindistan Şirketi ilk modern küresel şirketi oldu ve 50 yıl sonra Cape Kolonisi’ni kurarak Avrupa’nın Güney Afrika’yı fethini başlattılar. 200 yıl boyunca topraklarını içlere doğru genişlettiler. Elmas ve altın madenlerinin bulunmasından sonra İngiliz ve Hollanda asıllı Güney Afrikalılar geri kalan toprakların çoğunu ele geçirerek ırkçı bir rejim kurdular.


Kwet (2019) günümüzde toprak işgali yerine dijital teknolojilerle gerçekleştirilen bir sömürgeleştirme olduğunu savunuyor. En yaygın kullanılan dijital teknolojiler ABD’li şirketlerin kontrolünde: arama motoru (Google), web tarayıcı (Google Chrome), akıllı telefon ve tablet işletim sistemleri (Google Android ve Apple iOS), masaüstü ve dizüstü bilgisayar işletim sistemleri (Microsoft Windows), ofis yazılımları (Microsoft Office ve Google Doc), bulut altyapısı ve hizmetleri (Amazon, Microsoft, Google ve IBM), sosyal ağ platformları (Facebook ve Twitter), taşımacılık (Uber ve Lyft); iş ağı (Microsoft LinkedIn), video (Google, YouTube, Netflix ve Hulu), çevrimiçi reklamcılık (Google, ve Facebook).


Kwet (2019), büyük teknoloji şirketlerine ait ürünlerin Güney Afrika toplumuna entegrasyonuyla ABD’nin diğer ülke ekonomileri üzerinde güç elde etmeye başladığını ve kaynak sağlamayı süreklileştirecek teknoloji bağımlılıkları yaratttığını belirtiyor. Kwet’in (2019) aktardığı; Murphy, Carmody ve Surborg’un (2014) Güney Afrika ve Tanzanya ahşap ve turizm endüstrisi üzerine yaptıkları araştırma, mobil telefonlar, bilgisayarlar ve internet gibi araçların kullanımının Afrika’nın dünya ekonomisine katılımının niteliğini ve derinliğini artırdığını gösteriyor. Ancak BT, dışarıdan müdahalenin ve aracılığın yeni biçimlerine de olanak sağlamış. Bu da çoğunlukla yerel firmaların ve endüstrilerin marjinalleşmesine neden olmuş. BT entegrasyonu, dış ülkelere ait işletmelere yarar sağlamış. Ayrıca BT kullanımının bazı durumlarda işçilerin gözetimini artırdığı da görülüyor.


Bir diğer örnek ise farklı ülkelere yayılan ve girdiği ülkelerde düzenleyici yasaların eksikliğinden yararlanan Uber, Lyft, Airbnb gibi platform ekonomileri. Birçok ülkede yaşandığı gibi, Uber, Güney Afrika’da da taksicilerle karşı karşıya gelmiş. Uber’in 2013’te Güney Afrika Cumhuriyeti’nin en büyük şehri Johannesburg’ta faaliyete başlamasıyla beraber grevler ve çatışmalar yaşanmış. Uber şoförleri taksiciler ve Uber arasında ezilmiş: Hem canlarından olmuşlar hem de kötü koşullarda, düşük ücretle çalışmak zorunda bırakılmışlar.
Müşteriler Uber’in piyasaya girmesinden (en azından bir süre) memnun olabilir. Fakat Uber, Wall Street ve diğer zengin yatırımcılardan aldığı destekle, rakiplerini ortadan kaldırana dek fiyat kırıyor. Bunun yanında büyük veri analitiği ve kendini taksi şirketi değil de müşterilerle sürücüleri bir araya getiren bir aracı olarak konumlandırarak halihazırdaki düzenlemelerden kaçınabilmesi Uber’e avantaj sağlıyor. Uber, her bir yolculuktan %25 civarında komisyon alıyor. Böylece girdiği piyasayı sömürgeleştiriyor ve yerel ekonomide kalması gereken paraların Kuzey’e aktarılmasını sağlıyor.


Bunun yanında, dünyanın en büyük reklamcılık şirketleri Google ve Facebook’ın medya üzerinde yıkıcı bir etkisi var. Reklam gelirleri medya organları için önemli. Fakat bu iki şirket, birçok ülkede olduğu gibi Güney Afrika’da da reklam pastasını paylaşıyorlar: Google’ın Güney Afrika reklam pazarındaki payı %70, Facebook’unki ise %12. Böylece medyanın varlığını bağımsız olarak devam ettirebilmesi zorlaşıyor.


Kısacası dijital sömürgecilikle yabancı şirketler yerel gelişmeyi baltalıyorlar, piyasayı kontrol ediyorlar ve Küresel Güney’den sağladıkları gelirleri Küresel Kuzey’e aktarıyorlar.


Mimari Tasarım Üzerinden Emperyal Kontrol

Sömürgeleştirme beraberinde yerli halkın mülksüzleştirilmesini ve kritik altyapının sömürgeciler tarafından kontrolünü getirir. Güney Afrika’da elmas ve altın madenlerinin bulunmasından sonra bir avuç sermayedar değerli toprakların çoğuna el koydu. Oppenheimer ailesi ülkenin elmaslarının çoğunu, altın ve platinyumun yarısını ve kömürün çeyreğini ele geçirdi. Buralardan elde ettikleri gelirle bankacılık, çelik, otomobil, elektronik ve tarım gibi farklı iş alanlarında etkili oldular.


Küresel Güney’deki birçok demir yolu, insanları birbirine bağlamak için değil sömürgecilerin gereksinimlerini karşılamak için geliştirildi; liman ve askeri üslerle bağlantıyı sağladılar. Kwet (2019), dijital sömürgeciliğin de farklı olmadığını, ABD öncülüğündeki yabancı güçlerin dijital altyapıyı kendi ihtiyaçları doğrultusunda, bir yandan ekonomik ve kültürel tahakkümü sağlamak diğer yandan özelleştirilmiş yönetişim biçimlerini dayatmak için kurduklarını savunuyor. Büyük şirketler, dijital teknolojileri tasarlarken teknik ekosistemdeki kritik işlevlerin kendi kontrollerinde olmasına önem veriyorlar. Böylece fikri mülkiyet ve altyapıya erişimden rant sağlayabiliyor veya gözetimle veri toplayabiliyorlar. Sosyal ağlarda veya kendi teknolojilerinden yararlanan diğer alanlarda (sosyal, ekonomik, askeri) enformasyonun akışını kontrol edebiliyorlar.


Bu bağlamda Kwet (2019), Lawrence Lessig’in ilk kez 1999 yılında yayımlanan Code: And Other Laws of Cyberspace adlı kitabına referansla, mimarinin fiziksel alanlardaki insan davranışlarını biçimlendirmesi gibi bilgisayar kodunun da bilgisayar aracılığıyla gerçekleşen eylemlerdeki kural, norm ve davranışları biçimlendirdiğinin altını çiziyor. Kwet (2019) bu bakış açısının telif hakları, ifade özgürlüğünün düzenlenmesi, internet yönetişimi, blokzinciri, mahremiyet vb konuları ele alırken aydınlatıcı olduğunu ancak ABD’nin kod ve diğer dijital mimari biçimleri üzerindeki hakimiyetinin göz ardı edildiğini belirtiyor. ABD, kod ve dijital mimari üzerindeki gücü sayesinde, dijital sömürgeleştirme politikalarını hayata geçirebiliyor. Dolayısıyla Çin’in son yıllardaki hamlelerinin ABD’yi kızdırmasının temel nedeni ABD’nin kod üzerindeki hakimiyetini sarsması ve ABD’nin artık tek emperyal güç olmadığını göstermesi. Bu da, doğal olarak, ABD için ulusal tehdit anlamına geliyor.


Dijital ekosistemin birbiriyle ilişkili üç bileşeni var: Yazılım, donanım ve ağ bağlantılılığı. Yazılım,bilgisayarın ne yapabileceğini belirleyen komutlar kümesi; donanım, bilgisayarın fiziksel bileşeni; ağ ise bilgisayarların birbirleriyle konuşmak için kullandığı bağlantılar, protokoller ve standartlar. Bu üçüne hakim olan, insanlar üzerinde büyük bir güç elde ediyor. Analog iş süreçleri dijitalleşip merkezileştikçe bu güç de artıyor.


Yazılımı kullanıcıların bilgisayarı kullanmasını sağlayan, sınırlayan ve koşullandıran kodlanmış mantık olarak tanımlayabiliriz. Yazılım, kural ve politikaları belirler. Bir siteye üye olmadan mesaj yazabilme, sitedeki şarkıları indirebilme, telif hakkı sınırlaması olmadan bir ekitabı okuyabilme gibi sınırlamalar yazılımın içindeki kurallardır. Bir web sitesinin size hangi videoyu önereceği veya bir uygulamanın telefonunuzda çalışmak için gerek duyduğu izinler yazılımın kaynak kodunda yer alır. Bu kuralları belirleme hakkına ve gücüne sahip olan, insanların dijital teknolojiyle ilişkilerini etkiler ve özgürlüklerinin sınırlarını çizer. Microsoft Windows, Adobe Photoshop, Google Play vb yazılımlar özel mülkiyetli, yazılım kaynak koduna erişimin engellendiği, yazılımlardır. Kullanıcılar yazılımın kaynak koduna erişemezler; dolayısıyla nasıl çalıştığını öğrenemezler ve onu kendi özel ihtiyaçlarına uyarlayamazlar. Özel mülkiyetli yazılım, mülkiyet sahibi şirketin tüm kuralları belirlediği otoriter bir yazılımdır. Yazılımın ABD veya Çin şirketlerine ait olması bu gerçeği değiştirmez.
Donanımın kontrolü ise farklı biçimlerde olabilir. Örneğin yazılım, kullanıcının yetkisinin olmadığı bir sunucu bilgisayarında çalışıyor olabilir. Donanımın sahipliği merkezileşmiş olabilir. Ya da donanım kullanıcısı, donanımında kendi belirlediğinden başka bir yazılım kullanılmasını engelleyebilir. Özgür/Açık kaynaklı yazılımlar, son yıllarda özel mülkiyetli yazılımlara karşı önemli başarılar elde etti ve teknolojik egemenliği hedefleyen ülkelerin yolunu açtı. Özgür/Açık Kaynaklı yazılım sayesinde Hackerlar ellerindeki bir kişisel bilgisayarla Microsoft, Oracle vb şirketlerin karşısına dikilebiliyorlardı. Ancak donanım üzerinde artan kontrol, yeni bir mülksüzleştirme dalgasına neden oldu. Bulut bilişim hizmet modelleri (Hizmet olarak Yazılım, Hizmet olarak Platform ve Hizmet olarak Altyapı), dijital sömürgeciliği güçlendirdi.


Başkalarının sunucularında çalışan ve çoğunlukla “hizmet olarak yazılım” olarak adlandırılan bulut bilişim modelinde kullanıcılar yazılımı sınırları şirket tarafından çizilmiş bir çerçevede kullanırlar. Şirketler, bulut bilişim iş modelleriyle kullanıcılar üzerinde daha kapsamlı bir güç elde ederler. Özel mülkiyetli de olsa kendi bilgisayarımızdaki bir yazılımın nasıl çalıştığını anlamak ve akıl yürütmek için farklı yollar bulunabilir. Fakat yazılım, başkalarının bilgisayarında çalıştığı zaman önümüze daha çok engel çıkar. Bilgisayarımıza herhangi bir kurulum yapmadan çeşitli yazılımları başkalarının bilgisayarı üzerinden kullanmak ilk başta cazip olabilir. Ama buluttaki bir yazılım, masaüstündeki bir yazılımdan daha otoriterdir.


Donanım sahipliğinin merkezileşmesi de yine bulut bilişimle ilgilidir. Bugün kullandığımız cep telefonları bir zamanlar kullandığımız bilgisayarlara göre daha gelişmiş ve işlevseldir. Ama bir zamanlar Linus Torvalds’ın yaptığı gibi şirketlerden bağımsız yeniliklerin bir üretim aracı olmaktan uzaktırlar. Önceden sadece belirli işleri yerine getirebilmek için ağa bağlanan bilgisayarların yerini sürekli ağda olan ve taleplerimizi yerine getirebilmeleri için bulut merkezlerine bağlanan bilgisayarlar almıştır. Söz konusu bulut merkezleri ise az sayıdaki şirketin elindedir. Bir diğer deyişle, dünyadaki birkaç ana bilgisayara bağlanan (geçmiş yıllara göre çok daha güçlü olmasına rağmen) daha sınırlı bilgisayarlar var. Böylece BT hizmetlerine ihtiyaç duyan şirketler (Uber, McDonalds, Netflix, Sony vb) kendilerine özel sunucu bilgisayarı almak ve bunu işletecek teknik personel istihdam etmek yerine ihtiyaçları doğrultusunda bulut hizmeti satın alırlar. Küresel Güney şirketleri de bu modeli takip etmeye özendirilir. Fakat klasik BT hizmetleri ortadan kalktıkça Küresel Güney’in bulut bilişim merkezlerine bağımlılığı artar; dijital sömürgedeki nitelikli bilişim çalışanı istihdamı azalır.


Bir diğer donanımsal engelleme biçimi ise donanımın sadece belirli yazılımlarda çalışır biçimde tasarlanmasıdır. Kullanıcılar donanıma fiziksel olarak erişseler bile üreticiler donanımın başka yazılımlarla çalışmasını engelleyebilirler. Ya da farklı standartlara uymayarak diğer cihazlarla birlikte çalışması engellenebilirler. Böylece kullanıcı, aynı üreticinin ürünlerini almaya zorlanır. Nesnelerin interneti uygulamalarında sık sık karşılaşılan sorunlardan biridir.


Ağ bağlantılılığı üzerindeki kontrol ise ağ tarafsızlığı ile ilgilidir. Ağ tarafsızlığına göre ağları işletenlerin uygulamalar, içerik, web siteleri ve platformlar arasında ayrım yapmaması gerekir. Buna göre ağı işletenler bazı içeriklere erişimi hızlandırıp bazılarını yavaşlatmamalıdır. Son yıllarda gerek ABD içinde gerekse de dünyada telekom operatörlerinin dijital ekonomideki paylarını artırmak için bunu bozmayı hedefleyen çalışmaları vardır.


Kwet (2019), bu üç alandaki kontrolü telif haklarının uygulanması bağlamında tartışıyor. Birinci yöntem, bir içeriğe erişimin yazılımla engellenmesidir. Kullanıcı içerik için para ödemediyse yazılıma eklenen kurallar içeriğin kullanımını engeller veya sınırlandırır. İkinci yöntem, donanımın kontrolüyle uygulanabilir. Netflix ve Spotify’da olduğu gibi kullanıcı içeriği bilgisayarına indirmeden bulut merkezlerine erişerek kullanır. Üçüncü yöntem ise ağ tarafsızlığını ihlal ederek uygulanır. Ağı dinleyen ağ operatörleri, telif haklı içeriklerin izinsiz erişimini kullanıcının bağlantısını tamamen keserek veya yavaşlatarak engelleyebilir.


Günümüzdeki yaygın dijital mimari ne zorunludur ne de rastlantısaldır. Şirketler dijital mimariyi kullanıcılardan rant ve/veya veri sağlayacak biçimde tasarlar. Batı’nın teknolojisi dosya paylaşımını engellemek ve yoksulların bilgiye ve kültüre erişimini kısmak üzerine kuruludur.


İletişim üzerindeki kontrolün merkezileşmesi şirketlere, kara kutu algoritmalarıyla insanların neyi görüp göremeyeceğine karar verme, ifade özgürlüğünün sınırlarını çizme olanağı sağlar. Google, sosyalist görüşleri sansürleyebilir (https://www.nytimes.com/2017/09/26/t...as-claims.html) veya Facebook liberal medyayı kayırabilir (https://gizmodo.com/former-facebook-...ser-1775461006). Bu sansür ve kayırma, şirketlerin bunu bilinçli bir tercihinin mi bir sonucudur? Yoksa sitedeki algoritmaların bir yan etkisi midir? Bilemeyiz, ancak Microsoft’un TikTok için söylediği Google ve Facebook için de geçerlidir: Bunu bilmek ve engelleyebilmek için kaynak kodu ve algoritmalara erişim gerekir!


Buradaki sorunun küresel olduğu, yalnızca Küresel Güney’de yaşanmadığı ve ABD’lilerin de bundan rahatsız olduğu iddia edilebilir. Ama şirketlerin yöneticileri, ABD’de ilgili kurumlar karşısında kendilerini savunmak zorunda kalmışlardır. Ama Küresel Güney’in şirketlerin faaliyetlerini sorgulama şansı yoktur.


Küresel Gözetim Kapitalizmi

Mimari tasarımın kontrolü, ABD’ye telif hakkı kazançlarını devam ettirme, enformasyon akışını kontrol etme, platform tekellerini yayma, bireylerin ve ülkelerin özerkliklerini sınırlandırma, iletişimi filtreleme ve ülkeleri kendisine bağımlı hale getirme olanağı sağlar. Bunun yanında, büyük veri çoğu zaman şirketlerin sunduğu hizmetleri ücretsiz olarak kullanabilmenin bir bedelidir. Büyük veri gözetimi, Küresel Güney’in ABD’li şirketlere bağımlılığını perçinler.


Şirketler ve devletler insanlar hakkında çok miktarda veri topluyor, saklıyor ve işliyor. Son yıllarda şirketler birçok ürünü, ürünün kendisinden bir gelir elde etmek için değil veri toplamak için piyasaya sürdü. Örneğin, Google, Android’in baş oyuncusu ama Apple gibi telefondan doğrudan bir kar elde etmeyi hedeflemedi. Veriyi başka ürünlerde paraya dönüştürdü. Kimi zaman da, kullanıcıların haberi olmadan verilerine el konuldu, bu durumlar ortaya çıktığında ise “bir yanlışlık olmuş…” deyip geçiştirildi. Üçüncü taraflardan veri alarak, sistemlerini güçlendirdiler. Ayrıca Google ve Facebook son yıllarda özellikle kendilerine veri sağlayacak şirketleri satın aldılar.


Toplanan verilerden insanların doğrudan paylaşmadığı bilgiler (cinsellik, din, alışkanlıklar, politik eğilimler, davranışsal eğilimler vb) çıkarılabiliyor; reklamcılık, pazarlama, satış vb alanlarda isabet oranı oldukça yüksek öngörülerde bulunulabiliyor. Veriden elde edilen bu bilgiler, şirket ve devletlerin çıkarları doğrultusunda, grupları ve örgütlenmeleri yönlendirmek için kullanıyor.


Mahremiyet ihlali, günümüzdeki büyük verinin özsel bir özelliği. Bireyler ve gruplar hakkında çok miktarda ve çeşitlilikte veriye ihtiyaç duyuluyor. Bu da kitlesel gözetimi yaygınlaştırıyor. Anonimleştirme teknikleriyle mahremiyet korunmaya çalışıyor. Ama amaç zaten en baştan şirket ve hükümet çıkarları doğrultusunda, birey ve grupları belirli davranışlarda bulunmaları için dürtmek.


En değerli tip ve miktarda veriye sahip olan şirketler rakipleri karşısında büyük avantaj elde ediyor. Facebook, 2 milyardan fazla kullanıcısının nelerden hoşlandığını, nerelere gittiğini, kimlerle hangi düzeyde ilişki kurduğunu biliyor. Google, arama motorundan ve Android cihazlardan veri topluyor. Amazon tüketicilerin alışveriş alışkanlıkları hakkında veri topluyor. Tüketiciler hakkında o kadar ayrıntılı bilgiye sahip ki önce “satın al, sonra gönder” iş modelinden, “önce gönder, sonra satın al” iş modeline geçebilme ihtimali tartışılıyor. Şirketler çalışma alanlarını genişlettikçe topladıkları veri çeşitliliği ve dolayısıyla bu şirketlerin girebilecekleri sektörler artıyor.


Küresel Güney’in şirketlerinin bu devlere rakip olması neredeyse olanaksız gibi. Birincisi, ağ etkileri nedeniyle, ağdaki kullanıcı sayısının artması ağın değerini artırıyor. Yeni bir sosyal ağ, arama motoru, e-ticaret platformu veya taksi hizmetinin kullanıcıları popüler bir ağdan ayrılmaya ikna edip kendine çekmesi zor. Kwet’in (2019) belirttiği gibi insanlar, çok sayıda sosyal medya hesabını, arama motorunu, e-ticaret servisini vb kullanmak da istemiyorlar.


Büyük şirketler; ağ dışsallıkları, marka değeri ve ticari sırlar, gerektiğinde küçük firmaları satın alma gücüyle yeni rakiplerin pazara girişini zorlaştırıyorlar. Bu nedenle, Kuzey’de büyük şirketlerin parçalanması gündemde olsa bile bu gibi çözümlerin Küresel Güney’e bir yararının olması çok zor.


Emperyal Devlet Gözetimi

Kullanılan teknoloji zaman içinde değişse de gözetim ABD için hep elzemdi. Gözetimin amacı en başından beri aynıydı: İşgale karşı direnişi pasifize etmek. 19. yüzyıl sonlarına doğru ABD ordusu o zamanın en yeni teknolojilerini Filipin liderlerinin ağlarını (eş, mülk, politik bağ ve akrabalık dahil) belirlemek, kaydetmek ve analiz etmek için kullanıyordu. Yine aynı tarihlerde Güney Afrika’daki madenlerin yönetimi ve siyah madenciler üzerinde tam kontrol sağlayabilmek için işçilerin gözetlenmesi gerekiyordu. 20. yüzyılda, ABD şirketleri yine Güney Afrika’daydı. IBM, Afrikalılar’ı ulussuzlaştırmak amacıyla dörde bölen (Afrikalı, renkli, Yerli, beyaz) ırk sistemini uygulamak için geliştirilen delikli kart sistemini sağlıyordu. 2018’de gizliliği kalktığı için yayımlanan binlerce belge Nelson Mandela ve ırk ayrımına karşı mücadele eden insanların sıkı bir gözetim altında olduğunu ortaya koyuyordu.


Bugün ABD, Huawei’yi ulusal güvenliği için bir tehdit olarak görmesine rağmen başta Edward Snowden’ınkiler olmak üzere 2000’li yıllarda ifşa edilen belgeler NSA’nın küresel bir gözetim sisteminin başında olduğunu gösteriyor. Sızan belgelere göre NSA, iki yolla veri topluyor: Birincisi, PRISM programı kapsamında, kendi şirketleriyle (Microsoft, Yahoo, Google, Facebook, PalTalk, Skype, YouTube, and Apple) yaptığı işbirliği ile gerçekleştiriliyor. İkincisi ise UPSTREAM programı kapsamında doğrudan İnternet omurgası üzerinden veri toplanması. NSA, Utah’ta 2300 metrekare ve 2 milyar dolar değerindeki bir depolama tesisine sahip. William Binney’in sızdırdığı bilgilere göre tesislerde banka ve sosyal ağ verilerinin yanısıra trilyonlarca telefon araması ve eposta bilgisi de depolanıyor.


Bir devlet, şüpheli bir kişi hakkında Facebook veya Twitter’dan bilgi talep ettiğinden bazı prosedürleri yerine getirmesi gerekiyor. Fakat ABD’li istihbarat ajanları, ulusal güvenlik bahanesiyle ilgili verilere doğrudan erişebiliyorlar. Bunun yanında, veriden anlamlı sonuçlar çıkarmak ileri düzeyde bilgisayarlara, matematikçilere ve bilgisayar bilimcilere gerek var. Ancak Küresel Güney’in bütçesi zayıf, verisi az ve kapasitesi sınırlı.


Teknik Hegemonya ve İdeolojik Tahakküm

Sömürgecilik sadece fiziksel saldırganlık demek değil. Aynı zamanda işgali haklılaştıran ve direnişi pasifleştiren bir ideoloji. Örneğin apartheid döneminde Afrikalılar’a verilen eğitimin temelinde Avrupalılar’a itaatin benimsetilmesi vardı.


Günümüzde ise büyük şirketler tarafından savunulan temel ideoloji ise dijital çağdaki kaçınılmazlıklar üzerine. Büyük veri, merkezi bulut sistemleri, özel mülkiyetli sistemler, gözetimin içsel olduğu akıllı şehirler, otomasyon, öngörüsel analiz… Her biri kaçınılmaz olarak öne sürülüyor. Zaman zaman bu teknolojilerle beraber gelen sorunların (iş kayıpları, algoritmik ayrımcılık ve mahremiyet) varlığı kabul ediliyor; ama teknolojilerin kaçınılmazlığı söylemi hep baki kalıyor. Örneğin, Dördüncü Sanayi Devrimi gibi ideolojik söylemler Küresel Güney’de fazlasıyla taraftar bulabiliyor. Dördüncü Sanayi Devrimi’nin ideolojik kökenleri bir yana, ülke içinde uygulanabilirliği tartışılmadan ülkelerin politikacıları, iş adamları, akademisyenleri tarafından sahipleniliyor.


Çoğu zaman yeni teknolojilerin belirli değerler ve güç ilişkileri bağlamında geliştirildiği görmezden geliniyor. Kwet (2019) bunun böyle olmak zorunda olmadığını ve hali hazırdaki dijital teknolojilerin (özellikle büyük veri, bulut bilişim ve özel mülkiyetli yazılım) başka türlü olabileceğini savunuyor.


Sonuç

ABD’nin, Çin’in, Avrupa’nın ve Küresel Güney’in farklı düşleri var. Ama bazen frekanslar karışıyor. ABD’nin düşlerini kendimizin düşleri zannediyoruz. Kwet’in (2019) üzerinde durduğu gibi dijital teknolojilerin otomatik olarak bizim gibi Küresel Güney ülkelerine de yarar sağlayacağı görüşü gerçekçi değil. ABD, dijital ekosistemdeki sahiplik ve kontrol gücünden yararlanarak yeni bir sömürgecilik biçimi geliştiriyor.


Başka türlü düşünmeye ihtiyacımız var. Teknolojinin ortaklaşa kontrole olanak verecek ve ademimerkeziyetçi biçimde yeniden tasarlanması gerekiyor. Özgür yazılım geliştirmek ve kullanmak hala bir zorunluluk. 2000’li yılların başında Pardus’la başlayan ama sempatiyle karşılanmasına rağmen hiçbir zaman tam olarak benimsenmeyen özgür yazılım politikalarına geri dönmek gerekiyor. Ulusal ve yerel yönetimlerin özgür yazılım kullanımını ve geliştirilmesini (geliştiricileri maddi yönden de destekleyerek) desteklemesi gerekiyor.
Ancak bugünkü koşullarda, internet hizmetlerinin yeniden merkezsizleşmesi sağlanmadan özgür yazılım tek başına yeterli olmayacak. Şu anki istemci-sunucu mimarisinde, milyarlarca kullanıcı, şirketlerin elindeki az sayıdaki sunucu bilgisayara erişerek hizmet alıyor. Bu mimari, bulut merkezlerine sahip olan ve onları yöneten şirketlere ve devletlere büyük bir güç sağlıyor. Yeni dijital altyapı, ortaklaşa üretimle, sosyal adalet ve yoksulluk yanlısı kalkınma için geliştirilmeli.


Kwet’in (2019) uyarısının önemli olduğunu düşünüyorum: Günümüzdeki teknolojiler köklü hale geldiğinde onlardan kurtulmak daha maliyetli olacak. Şu an önümüzde pratik çözümler var. Demokratik kitle örgütlerinin öncülüğünde, aşağıdan yukarı bir hareketle, dijital sömürgeleşmeye dur denilebilir. En azından, akıllı şehir dalgasıyla gelen dijitalleşme sürecinin halkın çıkarları doğrultusunda gelişimi sağlanabilir. Eğitimde bağımsız, özgür yazılım temelli bir politika izlenmesi için aşağıdan yukarı kampanyalar düzenlenebilir. Dijitalleşme sürecince (akıllı şehir uygulamaları, eğitim teknolojileri, Uber gibi platform ekonomileri vb) vereceğimiz her karar politik olacaktır.


Kaynaklar

Erlanger S., Satariano A. (2020). Europe Feels Squeeze as Tech Competition Heats Up Between U.S. and China, The New York Times, https://www.nytimes.com/2020/09/11/w...echnology.html, son erişim 17.09.2020
Kwet, M. (2019). Digital colonialism: US empire and the new imperialism in the Global South. Race & Class, 60(4), 3-26.
Morozov E. (2020). The danger of Alphabet’s move into the risk business, Financial Times, https://www.ft.com/content/cfe91d3e-...e-cc9bbdb016f5, son erişim 17.09.2020
Murphy, J. T., Carmody, P., Surborg, B. (2014). Industrial transformation or business as usual? Information and communication technologies and Africa’s place in the global information economy. Review of African Political Economy, 41(140), 264-283.

Satariano A. (2020). ‘This Is a New Phase’: Europe Shifts Tactics to Limit Tech’s Power, The New York Times, https://www.nytimes.com/2020/07/30/t...ok-google.html, son erişim 17.09.2020

Tang, M. (2020). Huawei Versus the United States? The Geopolitics of Exterritorial Internet Infrastructure. International Journal of Communication, 14, 22.


İzlem GÖZÜKELEŞ - Yarimada.gen.tr