En Hırslı Alien Filmi

Temelinde Alien serisinin tüm filmleri, belirli bir formülü takip etmiştir. Genellikle uzay gemisi olmak üzere, bir mekâna sızan yaratık, insanları katleder fakat en son hayatta kalan bir veya bir avuç kişiye ulaşamaz ve onun tarafından öldürülür. Serinin felsefî bağlamını en çok, hatta belki de tek kullanan etabı Prometheus da ilginç bir şekilde tüm o yaratıcı-yaratılan ilişkisini irdelemesine rağmen söz konusu formüle başvurmuştu.

Bu elbette kötü bir durum değil. En nihayetinde salt bir bilimkurgu değil, aynı zamanda gerilim filmi izliyoruz. Bu noktada, Alien: Covenant’ı film boyunca etkisi altına alan yüksek voltajlı bir gerilim olduğunu söylemek mümkün. Evet, yine xenomorph’lar var. Yine yaratıklar var. Yine bir gemi var ve bol bol ölüm var. Peki Ridley Scott, bu sefer filmi nasıl formüle etti?

Alien: Covenant, Prometheus’tan 10 yıl sonra, 2104 yılında geçiyor. Covenant adı verilen gemide, mürettebata ek olarak 2000 kadar kolonist, derin uyku hâlindeyken onlarca embriyo, gelecek için hazırda bekliyor. Ancak yaşanan talihsizlik sonucu, gemi gitmesi gereken orijinal varış noktası Origae-6’ya ulaşamadan bir başka gezegene iniş yapmak zorunda kalıyor. Dünya dışı hayat bulmak için uzaya açılan grup, kendini onlar için bambaşka, bizim için tanıdık bir mücadelenin içinde buluyor. Öyle ki, özellikle ikinci perdeye kadar olan kısım, biraz fazla tanıdık.



Yukarıdaki sorunun cevabı, yani filmin Prometheus'un temasıyla uyuşacak nitelikte nasıl formüle edildiği, tüm filmin seyrini belirleyecek türden. Yazmaktan mutluluk duyuyorum ki, Alien’ın Alien yapan şey, Covenant’a harika bir şekilde işlemiş. Her şeyden önce, CGI teknolojisinin gelişmesiyle artık yirmi, otuz yıl evvelki tabiri caizse dandik bilgisayar efektlerinin hiçbiri yok. İlk Alien ve devamı Aliens’taki az gözüken pratik kukla ve maketler de yok. Son teknoloji sayesinde burada yaratıklara hiç olmadığı kadar yakınız ve Ridley Scott kamerayı sallama veya ekranı kısa kesme gibi numaraların hiçbirine girmeden çeşit çeşit yaratıkları, aksiyon sahnelerinin odak noktası yapıyor. Çeşit çeşit diyorum, çünkü geçen hafta kaleme aldığım makaleyi okuyanların anlayacağı üzere, patojene maruz kalan canlıların mutasyon geçirme işlemi değişiklik gösteriyor ve sonucunda çok farklı yaratıklar ortaya çıkıyor.

Aksiyon sahnesi ve yüksek gerilimden bahsetmişken, jeneriğin aktığı sakin açılış sahnesini saymazsak, filmin daha ilk dakikalardan itibaren varlığını hissettiren, sürekli hareket hâlinde, her an bir şeyler olabileceğini seyirciye sezdiren tehditkâr bir atmosferi var. Scott’ın bu aksiyon ve gerilimin hatlarını belli etmesi, yani bitiş ve başlangıcını vurgulamasının yanı sıra kamerayı ele alışı, yeni görüntü tekniklerini korkmadan kullanışı ve tüm bunları yaparken 79 yaşındaki bir sinemacı gibi değil, 30’lu yaşlarında çıkış yapmak isteyen bir yönetmen edasında davranması, Alien: Covenant’ı belirleyen ana unsurlardan biri.

Uzun lafın kısası, filmin ‘gerçek’ Alien kısmı benden tam not aldı. Prometheus kısmına gelirsek, işler orada kızışıyor. Zirâ bu noktada çıkış yapmak isteyen yönetmen kaybolup deneyimli bir beyin devreye giriyor.



Belirtildiği gibi, filmin ikinci perdesinde Alien ara veriyor ve Prometheus 2 başlıyor. Cevabını merak ettiğimiz soruların önemli kısmına cevap buluyoruz. Örnek verecek olursak, filmden önce yayımlanan prologue kısa filminde tanık olduğumuz sahnenin devamına kavuşuyoruz. Alien: Covenant, Prometheus’un aksine ekran karardığında seyirciyi cevaptan çok soruyla bırakan bir film değil. Tam tersine, filmi olgun bir 'twist' ile bitirip daha fazlası için heyecanlandırıyor.

Fakat Alien: Covenant, Prometheus’un ustalıkla yaptığı gibi sakin bir havada veremiyor bu söz konusu yaratıcı-yaratılan ilişkisini. Kesik kesik, bölük pörçük bir şekilde karşımıza çıkıyor söz konusu tema etrafında dönen sahneler ve bu sahnelerin yarattığı etki, Prometheus’un yanına bile yaklaşamaz. Tek tek incelendiğinde önemli, derin etkileşim ve diyalogların yer aldığı sahneler, bir bütün hâline bakıldığında tüm o formüle edilmiş gerilim içinde eriyebiliyor.

Filmin tek sıkıntısı da bu esasında. Tekrar o benzetmeyi yapacağım ama, o genç yönetmen hissiyatı bir gömlek ağır basıyor. Özellikle filmin ilk yarısının, 1979 yapımı Alien’ı andırması gerçeği de şöyle bir dönüp tüm filme yeniden baktığımda hiç yardımcı olmuyor. Bazı şeyler gerçekten daha farklı olmalıydı diyebiliyorsunuz.



Hâliyle yaratıcı-yaratılan ilişkisi, Covenant’ın iki derin anlatı noktasından birini oluşturuyor. Neyse ki, yukarıda belirttiğim gibi, filmin bütünüyle entegre olmakta zorlansa da, tek tek veya bir sekans hâlinde filmden çekilip incelendiğinde bu anlatı etrafında dönen sahneler, kendimizi gerçek anlamda ilgi çekici düşüncelerin içinde bulmamıza yol açıyor. Nereden geldiğimizin sorusu hâlâ cevaplanabilmiş değil ve belki de hiç cevaplanmayacak, çünkü cevap gerektiren bir soru değil. Yine de, bu soru uğrunda yapılan şeyleri gördükçe hayrete düşürmeyi başarıyor Alien: Covenant. Bazı şeylerin cevabı olmadığını gözler önüne en vahşi şekilde seriyor.

Alien: Covenant'ı Prometheus ve diğer Alien filmlerinden ayıran bir diğer referans noktası da insan olmak üzerine. Filmde hissetmenin, yaratıcı olmanın, bir şeyler tasarlayıp diğerlerine empoze etme ve insana özgü zihinsel bellek gibi güdü ve özelliklerin, klişeye kaçmadan, altı çiziliyor.

Tabii kimileri, daha önce oldukça üstünde durulan Mühendisler’in filmde daha çok yer alması gerektiğini tartışabilir, fakat unutmayalım ki Alien serisi hiçbir zaman onlar hakkında olmadı. Mühendisler, bize hayat veren canlılardı. Bu kadar. Tanrısal güçlerini onlardan ödünç alan bizler ve orijinini açıklamaktan çekindiğim yaratıklar, bu serinin her zaman odak noktası oldu. Zirâ artık tanrı onlar değil, biziz.

Casting ve oyunculuk konusuna değinmeden eleştiriyi bitirirsek haksızlık etmiş oluruz, spesifik olaraksa Michael Fassbender. Bir robotu canlandıran aktörün, bu şekilde kariyerinin en iyi oyunculuğunu sergilemesi de insan doğasına aykırı bir ironi sunuyor, öyle değil mi? Gerçekten, kelimeler yetmez Fassbender’ı anlatmakta; 2010’lı yılların tartışmasız en büyük oyuncularından biri olduğunu Covenant’ta tekrar kanıtlıyor. Onun yanında, Katherine Waterston ve Danny McBride’ın başını çektiği mürettebatı canlandıran ekip, hayal kırıklığına uğratmıyor. Aslen komedyen olan McBride’ın filme kusursuzca entegre edildiğini ve bir an olsun sırıtmadığını eklemem lâzım.
Karar

Alien: Covenant, son yılların en hırslı bilimkurgu filmlerinden biri. Prometheus’un devam filmi, sanırım daha iyi çekilemezdi: Aksiyon, gerilim ve beklentinin mükemmelliğe ulaşmasının yanı sıra varoluşsal, kimliksel bir tartışma konusunu işlemeyi başarıyor. 80’ine merdiven dayamış Ridley Scott’ın, en az bir tane daha devam filmi açıklaması karşısında, benzer şema ve formüle dayanıp hâlen özgün olmayı başaran Covenant’ı seyrettikten sonra sevinçten uçmamak mümkün değil.

MÜTHİŞ
Alien: Covenant, Alien ve Prometheus'u en güzel şekilde harmanlayarak son yılların en hırslı ve gerilim dolu bilimkurgu filmini bizlere sunuyor.

Aydın Algül

+Soruların cevap bulması, üstüne yeni sorular sunması
+Yüksek gerilim
+O final...
+Ridley Scott
+Michael Fassbender

-Bazı şeyler daha farklı, daha orijinal olabilirdi

Kaynak: İGN