Lira'ya Dönüş Değil Geleceğe Dönüş

Döviz bozdurma ve liraya dönme kampanyası için, birkaç gün önce Erdoğan bir kez daha "yetmez, milletimin daha fazla yüklenmesi gerekir" dedi.



Bu kampanyanın bugüne kadarki tüm sonucu, bankalardaki döviz mevduatının 2.7 milyar dolar daha artması oldu!

Hızlı kur yükselişini frenlemek için genellikle kullanılan yöntem Merkez Bankasının özel büyük banklara döviz plase etmesidir. Yürütme gücü, bunun “faiz lobisi”ne yarayacağı ve bankaların spekülasyon yaptığı söylemiyle, tam denetimine sahip olamadığı Merkez Bankasını olabildiğince devre dışı bırakan “farklı” bir yöntem izliyormuş gibi yapıyor. Halkı ve denetim altındaki diğer kamu kurumlarını döviz bozdurmaya, “liraya dönmeye”, altın almaya zorluyor.

Mali oligarşik kapitalizmin demirden mantığında ise bir değişim olmuyor. Bozdurulan dövizler yine bankaların elinde toplanıyor. Bankaların döviz mevduatlarında birkaç haftada 2.7 milyar dolarlık büyük artış, dövize dönmenin liraya dönmeden daha yüksek olduğunu, “piyasa”nın liraya, asıl olarak da yürütmenin para politikasına güvenmediğini ortaya koyuyor.

Sonuçta tüm olup biten toplamı büyük miktarları bulan küçük döviz birikimlerinin ucuza kapatılmasından ibaret. Yani krizi de işçi sınıfına, kitlelere satıp bundan bile kar ediyorlar. Bu spekülasyona da engel olmak bir yana, küçük esnaftan diğer kamu kurumlarına kadar herkesin alet edildiği biçimde spekülasyonun büsbütün körüklenmesinden başka bir anlama gelmiyor. Çünkü kriz koşullarında spekülasyon ve zam, sermayenin değerini ancak krizi işçi, emekçilere fatura ederek koruyabilecek olmasının yasasıdır. Spekülasyonun biçimi değişebilir, ancak sermayenin daha az sayıda elde merkezileşmesi, kitleler için ise yıkıcı mülksüzleşme, işsizleşme, yoksullaşma, yoksunlaşma dalgası olan sonucu değişmez.

Tekelci oligarşik devlet iktidarı, krizi “üst aklın operasyonu” diye kodlayarak, bir de bu yıkıcı spekülasyona “milli kurtuluş davası” kılıfı geçiriyor. Böylece “dolara karşı lirayı savunma” kılıfı altında küçük döviz birikimlerini talan etmekten başlayarak, yaklaşan bir ekonomik çöküntü karşısında, milliyetçi güdüleri işleyerek, kitlelerin her türlü “fedakarlığa” boyun eğmesinin yolunu yapmaya çalışıyor. Yine bir ekonomik çöküntü koşullarında, kitlelerin tepkisini hükümete ve saraya ve düzene değil, istediği hedeflere karşı oluşturmaya çalışıyor.

Kriz, burjuva sınıf kesimleri arasındaki güç ve eksenler mücadelesini de görünür kılıyor. Ekonomi bakanı Zeybekçi, Rusya’nın başını çektiği Avrasya ile gümrük birliğine girmek istediklerini, körfez ülkeleriyle “serbest ticaret” anlaşmalarının 2017’nin sonunda tamamlanacağını, İran ile de ülkelerin kendi paraları üzerinden “serbest ticaret”in geliştirilmesine çalıştıklarını açıklıyor. Derken Hürriyet gazetesi ve Murat Yetkin’den, TÜSİAD’ın, AKP içinde AB ile ilişkilerin tümüyle kopartılmasını isteyen bir kesim olduğuna dair kaygılarını ve blokaj çabalarını okuyoruz. Ancak burjuva eksenler güç ve paylaşım mücadelesi de, eksen çeşitlendirmesi de yıkıcı neoliberal kapitalizmi sürdürülebilir kılma çabasının ötesine geçmiyor.

En sonu, süregiden küresel kriz koşullarında, dünya çapında neomuhafazakarların başını çektiği “itibari para”dan “altın standartına bağlı para”ya dönüş tartışmalarını not etmek gerekir. İtibari paranın tek güvencesi devlet olduğundan, devlete de güvensizlik arttıkça, krizi körükleyen bir etken haline gelir. Bu da onları, bir kriz çöküntüsü yaşanmadan, bir an önce başkanlık vb meselelerinde uzlaşıp aradan çıkarmak için acele etmeye zorlayan etkenlerden biri. Bir ekonomik çöküntüyü her an tetikleyebilecek üstyapı krizini de yine “milli dava”yla paketleyip stabilize etmeye çalışıyorlar.

Ancak ne para oyunları, ne eksen kombinasyonları, ne üstyapı düzenlemeleri, krizin yapısallığını ve derinliğini ortadan kaldırabilir. Ki zaten tüm bunlarda krize yol açan da kapitalizmin birikim krizi, üretkenlik krizinden başka bir şey değil. Sonuçta tüm debelenmeleri, tüm entrika ve manevra çabaları gelip, krizin keskinleştirdiği sınıfa karşı sınıf’ta düğümleniyor. Kiralık işçilik ve 9 aylık geçici işçiliğin yaygınlaştırılması, işçilere grev ve toplantı yasakları, asgari ücretin daha da budanacak olması, iş cinayetlerinde yaşanan patlama…. bunun göstergeleri.

İşçi sınıfının kendi bağımsız örgütlenme, mücadele, talep ve karar organlarını yaratması, fiili işgal, grev, direnişlerle kolektif mücadele yeteneğini geliştirmesi, kölece çalışma, yaşam ve yönetilme koşullarına karşı yeni, özgür ve daha yüksek bir yaşam tutkusuyla, daha sert mücadelelere hazırlanmasıdır. İşçi sınıfının krize karşı mücadelesi, tekelci oligarşik kapitalizm ve devletine karşı mücadelesidir.

Devrimciproterya.net'ten alıntıdır.