Üzerine epeydir düşünüp gözlem yapıyorum. Artık eminim: Güçlü liderler içinde bulunduğu topluluklar için kısa vadede fayda, uzun vadede zayıf alanlar yaratıyor.



Şöyle ki: Bu tip liderler, güçlü olmanın tabiatı gereği ve sonuç üretme beklentisinin gerektirdiği baskın tarzlarıyla işlerini yaparken kimi birey ve görüşleri bastırıyor ve (kimi zaman) farkında olmadan azınlığın sahip olduğu erdemin yayılmasını engelliyor. Bu sorunun önüne geçmek ve herkesin katılımını sağlamak için düşünülmüş sistemler (örn: demokrasi) mevcut ama bunlar da bir çok nedenle kapsayıcı bir yaklaşımı temsil etmektense, güçlü liderlerin kolayca etki altına aldığı çoğunluğun dediği olur yaklaşımının hakim olduğu sistemler haline gelmiş durumda.

2016 başında yüksek lisans programımın ilk döneminde lidersizlik yaklaşımı üzerine bir makale yazmıştım:
https://medium.com/@Yalcinarsan/my-d...fb0#.y4sv4smxx

Programın konusu gereği işin daha çok diplomatik boyutu üzerine odaklandığım makaleyi yazdıktan sonra üzerinde düşünmeye ve hakkında gözlem yapmaya devam ettim. Konu sadece sosyal alanla kısıtlı değil, kurumsal hayatta da durum benzer. Güçlü ve vizyon sahibi liderlerin olumlu etkisi ilk bakışta o kadar etkileyici ki, uzun vadede yaratacağı olumsuz boyutu görmek zor. Söz konusu ulusal çıkarlar olduğunda son dönemde kazanılan politik başarıların, kurumsal başarı olduğunda ise artan pazar payının pırıl pırıl parlatılıp ilgili taraflara satılması ise kolay bir amaç. Bir de kazanılan başarı ile ilgili akademik birkaç makale yazdırıp “case study” haline getirtmeyi başardıysanız değmeyin keyfinize! Birkaç yıl sizden daha büyük prim alan olmaz.

Diğer taraftan bunu elde etmek için arkada bırakılan çoğu zaman bir enkazdan başka bir şey değil: Hızlı karar verebilmek için çiğnenen değerlendirme mekanizmaları, dikkate alınmayan geri bildirimler, kararlı ama çoğu zaman sert ve başkalarına karşı duyarsız yönetim tarzlarının yarattığı kurumsal alışkanlıklar, kurumlardan yabancılaşıp kaçan bireyler, olumlu sonuçların onları elde eden güçlü bireylere bağımlı hale geldiği bir kurumsal ortam. Tüm bunların sonucu olarak oluşmamış bir toplumsal/kurumsal akıl ve tek tip bir davranış ve düşünüş şekli.

Güçlü ve belli konularda yetkinlik geliştirmiş lider, o koşullarda (örneğin büyüyen ya da daralan pazar ortamı) için muhteşem sonuçlar üretebiliyor. Ama ya ortam değişince; hatta dramatik olarak değişince? Örneğin bugün yaşadığımız gibi belirsizliğin sürekli hale geldiği, doğru strateji diye bir kavramın kalmadığı, hiç bir varsayımın kalıcı olarak doğru olamadığı bir ortamda hangi güçlü ve hakim lider kalıcı başarı elde edebiliyor? En önemli nitelikleri öngörüleri ve buna bağlı bir stratejiyi kararlı bir şekilde hayata geçirmek olan bu tip yöneticilerin oynadığı oyun, bugünün belirsizlikler ve ve öngörülemeyecek iniş çıkışlarla dolu dünyasında akıllıca oynandığı düşünülen bir kumardan başka nedir aslında?

2012 yılında yaptığımız bir sohbette itibar yönetimi uzmanı Salim Kadıbeşegil sormuştu: “Bana bir tane itibarlı politikacı gösterebilir misin?” Yanıtlayamadım. Çünkü yoktu. Güçlüsü çoktu. İtibarlısı, yani kalıcı bir sevgi ve saygıyla anılanı ise yoktu. Başarısı daha net metriklerle ölçülen kurumsal hayat yöneticileri için durumun farklı olduğu düşünülebilir. Ama özellikle de güçlü liderler açısından uzun vadede durum farklı değil. Hemen hemen (istisnalar yok değil ama çok da değil) tüm güçlü liderler arkalarında kendilerine bağımlı sistemler, zayıf karar mekanizmaları, bastırılmış bireyler, kapasitesini ortalamanın altında kullanabilen takımlar bırakıyorlar.

Bu durum güçlü liderin suçu değil; onlar doğru bildiğini yapıyor. Hatta çoğu zaman olumlu sonuç üretiyorlar. Bu durum kısa vadeli başarıyı büyütme alışkanlığı geliştiren hızlı tüketim kültürünün ve kahraman yaratma hevesinin bir uzantısı. “Savaş kazan başarılı devlet lideri ol” kısayolunun bir yansıması. “Hedefe ulaş primi al” düzeninin sonucu. Görmenin, ölçmenin ve takdir etmenin kolay olduğu başarıların zaferi. Kurumsal ya da diplomatik yapılardaki her kademe işin içinde olduğu için adeta bir saadet zinciri. Aslında kısır bir döngüden başka hiç bir şey olmayan bu düzen böyle sürüp gidiyor.

İşte bu yüzden savaş kazanan liderleri herkes hatırlarken, savaş önleyenleri kimse hatırlamıyor; çoğu zaman varlıkları bile bilinmiyor.

İşte bu yüzden şişmesi on yıllar süren ekonomik balonlar (örn: ABD’deki niteliksiz ev kredileri balonu) ansızın ve hiç bir işaret vermeden bir kaç yıl içinde sönüveriyor.

İşte bu yüzden bir şirketin efsane iş sonuçları elde eden lideri şirketten ayrılınca sistemler büyük ölçüde aksıyor, karlılık düşüyor, kurumlar küçülüp masraf kısmaya çalışıyor.

Ve işte bu yüzden seviyoruz hitap gücü yüksek, sert ve kararlı politikacıları. Kükrer gibi konuşup güç gösterenleri kabullenip sessiz ve gösterişsiz olanı küçümsememiz bundan. Sert ve otoriter olmamayı bir eksik olarak gördüğü için öyle bir lider olmaya çalışırken komik olanlar da aynı hevesle hareket ediyorlar (Kılıçdaroğlu ismi tanıdık geldi mi?) Popüler kültür güçlü lider kavramını öyle bir yüceltiyor ki ortalık kendi gibi olamayan, kimliğini bulamamış lider ve yöneticilerle dolu. Ne yazık ki çoğunluğun hakim olduğu yerde azınlığın, yani kendi gibi olmayı unutmadığı için yaptıklarının nasıl göründüğü yerine yaptıklarının özüne odaklanan az sayıda bireyin erdemi, içinde varolmak zorunda kaldığı ortamın gürültüsü içinde kayboluyor. Bu niteliklere sahip olan bireyler zaten bir süre sonra kendi kabuklarına çekilip farklı bir boyutta yaşayıp gidiyorlar.

Lidersizlik kavramı derin konu, burada bir bütün olarak ifade etmeye çalışmayacağım. Öyle kolay yenilir yutulur bir argüman da değil. Yavaş yavaş anlatmak gerekiyor. İşim gereği sürekli güçlü bireyler ve büyük kurumlarla çalışıyorum. Danışmanlık verdiğim kurumlarda yeri geldiğince, uygun doz, zaman ve içerikle anlatıyor ve nasıl algılandığına bakıyorum. Kimi zaman farklı bir paket ile ama benzer fayda yaratacak bir şekilde hayata geçirmenin yolunu arıyor, kimi zaman da buluyorum. Ama açık söylemek gerekirse zor bir uğraş bu. Çünkü bu konu, tabir yerindeyse, seksi değil. Alıcısı az. Lider bireyler (bugün için) bu görüşü ve altındaki fikri merak etmiyorlar. Onların eksiği değil bu; başarıyı kısa vadede ölçmeye eğilimli ortam müsait değil.

Ben daha çok yönetim boyutuna odaklıyım ama konuyu işleyen başkaları da var: 90'lı yıllardaki Irak kara operasyonun, aslında var olmayan kitle imha araçları yüzünden yapıldığını açığa vurduğu için işinden olan eski İngiliz Diplomat Carne Ross “Leaderless Revolution” kitabında dünyayı değiştirecek devrimlerin lidersiz toplumlar tarafında yapılacağını savunuyor. Kimilerine göre 21. yüzyılın en önemli filozofu, kimilerine göre şarlatan olan Ürdün’lü yazar ve eski borsa simsarı Nassim Nicholas Taleb neredeyse 10 yıldır sosyal ve ekonomik belirsizliğin kaçınılmaz olduğunu, bugün sözü dinlenen güçlü liderlerin toplum ve kurumları göz göre göre nasıl krizlere sürüklediğini anlatıyor kitaplarında. Hiç birinden hesap sorulmadığından yakınıyor. Daha çok örnek var.

Benim açımdan önemli olan boyut, yakın çevremde bu konuda farkındalık yaratabilmek. Güçlü fikirlerin davranış değişikliğine dönüşmesinin zaman aldığını bilen ve faydanın da paylaşıldıkça büyüdüğünü düşünen biri olarak bu radikal görüşün olgunlaşması için zamana ihtiyaç olduğunun farkındayım.

Diğer taraftan böyle radikal yaklaşımların, üzerine yeterince konuşulmaması halinde yok olup gittiklerine şahit olmuş biri olarak bu olgunlaşma sürecinin makul bir çaba ile yönetilmesinin doğru olduğunu sanıyorum; aslında umuyorum. Bizi toplumsal olarak kısa vadeli kazanca odaklayan bir ortamda güçlü liderler yerine etki yaratan bireyleri yükseltmek kolay değil. Ama imkansız da değil.

Adını tarihe yazdığımız savaş kazanan komutanlar kadar, varlığından dahi haberdar olmadığımız savaş önleyen komutanları da alkışlamanın zamanı geldi de geçiyor bile.

Geçirmeyelim.

Yalçın ARSLAN - Medium