Makinelerin günün birinde insan ırkına karşı bir tehdit oluşturabileceğine inanmasak da bu olasılık her zaman akılda tutamayabiliriz. Geçtiğimiz günlerde New York Times’in yayınladığı bir makaleye bakacak olursak, yapay zeka o kadar hızlı gelişiyor ki bazen neredeyse “sihirliymiş” gibi görünüyor.


Kendi kendine gidebilen arabalar artık piyasada; Siri sesinizi dinleyip anlıyor ve size en yakın sinema salonunu buluyor; ve İ.B.M daha yeni Watson’ı tıp alanında çalışmak için ikna edip başlangıç olarak tıp öğrencilerinin araştırma yapmasında ve belki de teşhis koymalarında onlara yardımcı olmasında kullanılan “Jeopardy” yi düzenledi.


Yeni bir yapay zeka ürünü ya da tekniğinin duyurusu yapılmadan neredeyse bir ay geçmiyor. Yine de tüm bunlara bir coşkuyla yaklaşmak için biraz erken olabilir, bilindiği gibi henüz ortak bir duyuya, görüye, doğal bir işlemcisine ya da başka makineler oluşturma becerisine sahip makineleri üretebilmiş değiliz. Doğrudan insan beynini simule etmek için gösterilen çaba henüz istenilen yeterlilikte değil.




Korku ve endişe bilim kurgudan mı ibaret ?


Matrix ve Terminatör filmlerini izleyenler bu filmlerde korku ve endişenin bilim kurgunun olanaklarıyla senaryolaştığını biliyorlar. Birçok insan bu gibi şeylerin ancak kurgu temelli olduğunu düşünüyor ve gerçek tehditler olarak da orta vadede geleceğimiz için yalnızca astreoidler, fosil yakıtların tükenmesi ve küresel ısınma gibi şeylerden endişe duyuyoruz, robotlardan değil. Bu konuya dair yukarıda belirtmiş olduğumuz filmlerden çok daha ciddi ve kapsamlı argümanları ortaya koyan bir kitap olan James Barrat’ın Our Final Invention: Artifical Intelligence and the End of the Human Era ( Nihai keşfimiz: Yapay Zeka ve İnsan Çağı’nın Sonu ) adlı kitabı neden biraz da olsa bu bağlamda endişelenmemiz gerektiğini oldukça güçlü bir şekilde ortaya koyuyor.


Elbette insan süper zeki bilgisayarların hepsini birden yasaklamayı da deneyebilir. Ama “otomatizasyondaki her ilerlemenin ekonomik, askeri ve hatta sanata dair rekabete dayalı avantajları çok zorlayıcı” diyor matematikçi ve bilim kurgu yazarı Vernor Vinge. Ardından şöyle devam ediyor, “böyle şeyleri yasaklamak adına kararlar almak ya da bu yönde tavır sahibi olmak yalnızca belirli kişilerin isteklerini karşılıyor”


Bir makine düşünürse ?


İngiliz sibernet uzmanı Kevin Warwick bir defasında şöyle bir soru sormuştu: “Bir makine sizin kavrayamayacağınız boyutlar dahilinde düşünebiliyorken onun nasıl düşündüğüne dair nasıl bir muhakeme yapabilir ve bununla ilgili nasıl bir pazarlık yapabilirsiniz ki ?” Barrat’ın karanlık argümanında bir delik varsai bu onun; “bir robot satranç oynayabilecek kadar zekiyse zamanı geldiğinde bir uzay gemisi de inşa etmek isteyecektir.” şeklindeki üstünkörü varsayımında aramak gerekiyor, üstelik kendini koruma ve kaynak kazanımına dair bu eğilimler yeterince karmaşık ve amaç odaklı her sisteme içkin şeylerdir.


Şimdilik İ.B.M’in Deep Blue’su gibi, satranç oynayabilecek kadar iyi olan makineler, kendilerine kaynak edinmeye dair en ufak bir ilgi göstermiş değil. Fakat rahat bir nefes almadan ve endişelenecek bir şey olmadığına karar vermeden önce, giderek daha akıllı oldukları sürece makinelerin amaçlarının değişebileceğinin farkında olmak önemli.


Bilgisayarlar “teknolojik tekillik” ya da “zeka patlayışı” olarak adlandırılan sonuçlara doğru götürebilecek, etkin olarak kendilerini yeniden programlayabilme ve kendilerini başarılı bir biçime geliştirebilme özelliklerine sahip olduklarında makinelerin insanları kaynaklar ve kendini koruma hakkı için verilen bir savaşta altetme olasılığı ve riski görmezden gelinemez.


Yapay zekaların ortaya çıkmasıyla birlikte dünyamızda ne gibi değişiklikler olur henüz onu tahmin etmek güç, ancak her zaman akılda tutulması gereken soru “O zaman ne yapacağız ?” olmalıdır.